Sayfalar

4 Ağustos 2025 Pazartesi

Sarı Yüz- R.F. Kuang Kitap Yorumu


Uzun zaman sonra bu blogda bir kitap yorumu görüyorsunuz. Çünkü genelde dizi yorumu yazarım ama bu kitabın yorumunu da blogda olması gerektiğini düşündüm.

June, üstün başarılı genç bir yazar olan arkadaşı Athena'nın öldükten sonra taslak kitabını çalıp kendi çıkarıyor. Böylece kendi yazarlık kariyerinde arkadaşının aksine asla elde edemediği bir yükseliş yakalıyor. Kitap boyunca bu sahte başarının arkasındaki sır perdesi ortaya çıkacak mı çıkmayacak mı diye kendinizi merakla kitabı okurken buluyorsunuz. June bir anti karakter ve okuyucuya anlattığı çoğu şey manipülasyon içeriyor. Bir okuyucu olarak June'un kendini aklamak için ortaya tezler savurduğunu bile bile manipüle oldum. Athena'nın kitabından intihal yaptığı ortaya gerçekten çıkmasın istedim. Mesela kitap boyunca yakalanmasına ramak kala anlar yaşanıyordu ve ben her seferinde hadi bundan da yırt bir şekilde diye düşünürken buluyordum kendimi. Ya arkadaşlar ben şuna bile ikna oldum: "June Athena'nın kitabına el atmasa bu kadar güzel bir roman olmazdı. Daha mükemmel hale getiren oydu zaten, onun da kitapta emeği var." Böyle de güzel manipüle oldum ve kitabın benim düşüncelerimi "Vay hırsız"dan "ama o da emek verdi"ye getirmesi aslında anlatmaya çalıştığı akışkan gerçeklik kavramına tam uyuyordu. 

Eğer kitap dünyasıyla haşır neşirseniz, yayınevlerini, yazarları takip ediyorsanız ve hatta bu alan üzerine sosyal medya hesaplarınız varsa (Goodreads, bookstagram, booktok vb.) bu kitabı çok seversiniz. Ben uzun süredir kitap dünyasını takip eden biri olarak kapalı kapılar ardında gerçekleşenleri okurken zevk aldım. Tabi yurtdışında bu olaylar daha abartılı yaşansa da ülkemizde de çok farklı olduğunu düşünmüyorum. Bu sebeple kitap herkesin bildiği ama dile getirmekten sakındığı gerçekleri ele almıştı ve ben okurken yazardan alın işte gerçekleri ortaya seriyorum diye bir meydan okuma hissettim. 

Bir de kitabı çok sevenler olduğu kadar gömenler de oldu. Negatif eleştirilere baktığımda genellikle ortak noktasının şu olduğunu gördüm. "Kitabın hiçbir edebi yönü yok." Bir kitabın çok satanlar listesine girmesi için açıkçası ben bunu bir ön koşul olarak görmüyorum. Edebiyatta birden fazla anlatım tekniği var. Bu kitap güncel popüler terimlerle günümüz yayın dünyasına bir bakış içerdiği için içimizden biri gibi iç sesini okuduğumuz bir anti kahraman var. Hangimizin iç sesi edebi ki? Dolayısıyla bu samimi anlatımı ben sevdim. Yani ne hissediyorsa açıkça cesurca kötü bir düşünce bile olsa söylüyordu. Bu sansürsüz anlatım çoğu yerde aslında çok falsosu olan bir karaktere karşı sempati hissetmemi bile sağladı.

June ve Athena arasındaki arkadaşlık ilişikisinin karmaşıklığı da çok ilgi çekiciydi. Kişisel çıkarlar, kıskanmalar, hasetlikler, birbirinin hayatını yazarlık için malzeme olarak kullanmalar, yüzlerine başka arkalarından başka konuşmalar ama bir yandan da birbirini en iyi anlayabilen iki insan olmaları -ailelerinden bile- bence çok gerçekçi bir arkadaşlık perspektifi sunuyor. Kitabı okurken ilk başta June'u arkadaş olarak kötü bir yerde görürken okudukça Athena'nın da az buz olmadığı ortaya çıkıyor ve siz kimin haklı kimin haksız olduğunu tekrar düşünürken kendinizi buluyorsunuz. Ve sadece ana karakterler değil diğer karakterler de çok gri, herkes kendi çıkarının peşinde. Bildikleri veya şüphelendikleri bir şey olsa bile kendi çıkarlarına ters düşecekse bilmemezlikten geliyor. O yüzden de kitaptaki herkes çok gerçek hissettiriyor.

Kitapta en hoşuma giden şeylerden biri de linç kültürünü tasvir edişiydi. İnsanlar önce bir şeye bayılırlar, göklere çıkarırlar ve sonra bir kusur bulup çıkardığı yerden daha da dibe indirmeye çalışırlar. İnsanlar bir zamanlar çok ünlü olup zamanla düşüşe geçen insanların düşüsünü izlemekten zevk alırlar. Kitapta June'un çıkardığı kitabın başına gelenler tam da buydu ve linç kültürü bu kadar iyi anlatılamazdı dedim. Bu arada Twitter ve Goodreads'e dair June'un yaptığı tespitlere hak vermeden edemedim. Çok nokta atışı, benimde aynılarını düşündüğüm yorumlar vardı. Bir de günümüzde dünyada artan çeşitlilik akımına çok güzel parmak basılmıştı. Önceden dezavantajlı olan Asyalılar, siyahiler günümüzde bir işte yer almak adına daha avantajlı bile olabiliyor. Bunun en iyi örneği Bridgerton serisinde İngiliz soylularının içinde siyahilerin, Hintlilerin, Asyalıların olması veya My Lady Jane dizisinde İngiltere kralı diye siyahi birinin olmasını örnek verebilirim. Athena'nın etnik kökeninden dolayı mı biraz da bu kadar ilerleyebildi de June daha dezavantajlı oldu diye sorgulamadan edemiyorsunuz. Dünyadaki bu genel trendi de düşünmeden edemiyorsunuz.

Kitap oldukça akıcı. Bir yandan da karmaşık hisler geçidi gibi. Kitaptaki dünyanın içine girince bırakmak istemedim ama içindeki gerilimden dolayı sanki ben de June ile birlikte foyam ortaya çıkacakmış gibi hissettiğim için zihnimi dinlendirmek adına kitabı 4 günde bitirdim. İstesem bir günde de bitirirdim ama zihnen sindirmek istedim. Ben bir okuyucu olarak şunu söyleyebilirim ki evet bana edebi şeyler, muazzam ana fikirler, ufkumu açan fikirler sunmadı. Ama çok etkiledi. Çünkü nerede gerçek başlıyor nerede bitiyor bulanık. Mesela ben Athena ve yazar arasındaki benzerlikleri de tesadüfi bulmuyorum, yazarın o karakteri çıkarırken kendinden ilham aldığı da gün gibi ortada. Bu da bana şunu düşündürüyor: Yazar bu kitapta başka hangi gerçeklerden esinlendi? Yorumumu kitabı okumasam belki bu kadar etkilemeyecek ama okuduktan sonra beni oldukça etkileyen kitaptaki şu cümleyle bitirmek istiyorum: "Gerçeklik akışkandır."

Hoşçakalın!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder