19 Ağustos 2021 Perşembe

Vakitsiz Kelimeler 6.Yılı Özel Yazısı

  

  Merhaba sevgili arkadaşlar,
  6 yıl olmuş blogu açalı. 10.yıla artık geçen yıldan daha yakınız. Ciddi ciddi yaş alıyorum, blogum da yaş alıyor. Beşinci yıl yazısının üstüne kaç yazı yazmışım saymaya utandım şahsen ama bu sene hem iş hem yüksek lisansı beraber götürmeye çalışmamdan ötürü aktif olamadım. Hele o yüksek lisans yok mu o yüksek lisans... Beni öyle sıktı öyle bunalttı ki özel hayat diye bir şey bırakmadı. Zaten yıl sonu yazısında anlatacağım bunları inşallah. Yani nasıl oluyor anlamıyorum. Her sene başı hedef belirliyorum artık blogda daha aktif olacağım diye ama her sene bir meşguliyet oluyor. Hem de her sene bir öncekinden daha meşgul oluyorum. Üniversitede kendimi çok işim var diye yakınan halim karşıma gelse "Bunlar daha ne ki, sen bir de lisansüstünü, iş hayatını gör." derdim. 
  2021 yılında blog yazmak da biraz nostaljik kalıyor ama ben genelde uzun yazıların insanıyım biliyorsunuz. O yüzden Instagram açıklamaları falan beni kesmiyor. İlla her detayına kadar ineceğim. Beni zaten reelde tanıyanlar bilir. Birine bir şey anlatırken bile Kavimler Göçü'nden başlıyorum anlatmaya. Bazen ben bile "Cidden buradan başlamadan direkt sadede gelemez miydim?" diye düşünüyorum ama napim detaycılık ve mükemmelliyetçilik var serde. Mizaç çok zor değişiyor. 
 Mesela benim blog içerik taslaklarında bir sürü yazı var. Ama mükemmeliyetçi olduğum için özenerek yazacağım bir zaman dilimini bekliyorum ama tahmin edersiniz ki öyle bir zaman hiç gelmiyor. Mükemmel, iyinin düşmanıdır diye boşuna dememişler. 1 seneden fazla bekleyen yazı fikirleri var yahu kafamda el insaf. Pes yahu pes.
  Hani viral olan bir video diyalogu var ya :
" -Düzelicez inşallah bee.
  -Ne zaman baba mezara girince mi?
  - Şu olaylar bir bitsin"
   Bu konuşma = Hayatımın özeti

    Ama iyi kötü yazıyoruz bir şeyler. İyiki varsınız. Burası benim için özel bir yere sahip hayatımda. Çok küçük bir kitlemin olduğunu biliyorum ama bir şeyler yazmak onların başkalarında bir karşılığı olması güzel bir şey. 
  Bu blog benim için öyle bir hale geldi ki başıma iyi ya da kötü bir şey gelince sanki buraya yazmasam bir şeyler eksik olacakmış ya da beğenip beğenmediğim şeyleri yazmasam içimde kalacakmış gibi hissediyorum. Aslında bu iyi bir şey mi kötü bir şey mi ondan da emin değilim. Çünkü bir hobinin zorunluluk hissi vermesi de pek sağlıklı değil esasında. Bu belki bazılarınıza tuhaf gelebilir ama size şöyle söyleyeyim. Ben bir Youtuber takip ediyorum. Kız bir anda Youtube'a uzun bir ara vermeye karar verdi, üstelik milyon takipçiye ulaştığı en zirve yaptığı döneminde. Sebep olarak da çok genç yaşta Youtube'a başladığını ve o mecra olmadan nasıl bir insan olduğunu bilmediğini, kendini tam anlamıyla tanımadığını söyledi. Yani tamam benimki onunki kadar değil. Çünkü ben onun kadar haftalık düzenli içerik yayınlamıyorum. Ancak 18 yaşımda başladım buraya yazmaya. Şimdi 24 oldum. Vakitsiz Kelimeler'e bir şey yazmadığım zaman bile yazmadığım için vicdan yapıyorum. Her deneyimimi burada yorumlamam lazımmış gibi hissediyorum. Farkındaysanız yazının başında bile kamuoyu açıklaması yapma gereği duydum. Bilemiyorum arkadaşlar. Aranızda psikolog falan varsa aşağıda yorumlara bu durumu yorumlasın shsfghsh Lütfen biri bana normal olduğumu söylesin.

  Kendi açımdan şöyle düşünüyorum. Hani Maslow'un "İhtiyaçlar Hiyerarşisi" var ya. Alt basamaktaki ihtiyacı karşılayınca bir üst basamaktaki ihtiyaçları karşılamak istiyorsunuz. En temel ihtiyaç yeme içme gibi, sonra güvenliğini sağlamak... Bilmeyenler için hemen alta koyayım.

  İşte siz benim bu piramite göre ait olma ihtiyacımı karşılıyorsunuz. Görmesem de bilmesem de ekranın karşısında birileri var ve benimle temasa geçiyor. Teknolojinin en sevdiğim yönü bu olabilir. Eğer akraba değilsek, okulda veya iş hayatında da tanışmadıysak biriyle iletişime geçmek çok zor. Ama bu mecra benzer kafada olduğum insanlarla etkileşime geçme şansı veriyor bana. Bir tık uzağımdasınız, mükemmel bir olay. 

   Ha kötü yorum hiç mi almıyorum, az da olsa alıyorum. Ama herkes beni sevse saçma olurdu zaten di mi, bu işin raconu bu.  İnanır mısınız bilmiyorum ama benim yorumlarımı beğenmeyip yine de merak edip yazılarımı okumadan duramayan insanlar var. O zaman da şöyle düşünüyorum demek ki beni sevmeyen biri bile ne olursa olsa görüşümü merak ediyor. Bu bile beni demoralize değil, moralize ediyor. Demek ki diyorum bir şeyleri doğru yapıyorum. Bu asla bir kibir değil, blogumun yapısına dair yaptığım bir analiz. Birisi bana şunu şöyle yap, şu yazıyı yaz, şunu demesen daha iyi olurdu, bu düşüncen yanlış dese bile ben yine kendi bildiğimi okuyorum. Çünkü her zaman dediğim gibi: Burası benim kişisel blogum. Bu tavır biraz şey gibi: Misafirliğe gidip ev sahibinin evini beğenmeyip evin düzenine karışmak gibi. 

   Son olarak beni yıllardır takip eden, benden yazı bekleyenler...Bu devirde Youtube videoları, kısa Reels videoları dururken siz yüzünü bile görmediğiniz birinin uzun uzadıya yazılmış yazılarını okuyorsunuz. Tüketimin hat safhaya çıktığı şu devirde siz burada hala eski usüle devam ediyorsunuz. Ha bu arada mesela ben de uzun yazdığım gibi uzun yorum okumayı da severim ama bu konuda kendimi soyu tükenmekte olan bir insan türü olarak görüyordum. Mesela benim çevremde en yakın arkadaşlarım da dahil bu tarz birini bulmak zor.  Ama sizler de aynı bu yazıyı okuduğunuza göre benim gibisiniz.  Instagram üzerinden blogdan geldiğini söyleyen çok DM mesajı alıyorum. Üşenmeyip baştan sona okuyorsunuz, sıkılmadan katlanıyorsunuz bana. Bence hak etmiyorum ama teşekkürler. Hayatıma değdiğiniz için, mesajlarınızla, yorumlarınızla ilgi gösterdiğiniz için, motive ettiğiniz için. 
  
  İnşallah bundan sonrası için notlarıma aldığım yazı fikirlerini de düzenli olarak yayınlayabilme temennisiyle yazıyı burada bırakıyorum.
  Görüşmek üzere,
  Kendinize iyi bakın!
 

16 Ağustos 2021 Pazartesi

Heyecanla Beklediğim 2021-2022 Kore Dizileri

 Eveeeeeettttt, herkese merhaba

 Öylesine bir içimden geldi. Aslında bu yoktu, bu yoktu, içimden geldi. 

  Niye mi? Son zamanlarda doğru dürüst K-drama yorumu yazmamamdan da anladığınız üzere beni heyecanlandıran bir K-drama çıkmıyordu. Yani bakıyorum konu kötü, konu güzel olsa sevdiğim oyuncular yok. Tamam kabul izleyecek vaktim de yoktu ama gerçekten heyecanla izlettiren bir dizi olsa çok meşgul de olsam izleyebiliyorum. En son Start Up dizisinde böyle bir heyecanla izleme durumu yaşamıştım. Yani dizinin güzel olması başka bir şey, heyecanlandırması bir beklenti içine sokması da ayrı bir şey. Anlatabiliyor muyum? Bazen sıfır beklenti içinde olduğun bir şeyi beğenebilirsin ama seni heyecanlandırmaz falan da filan. Cart curt. Aman ne çok konuştum ya.