18 Haziran 2018 Pazartesi

Big Little Lies Dizi Yorumu | Ufak Tefek Cinayetler'in Orijinal Dizisi



 Belki biliyorsunuzdur Big Little Lies, Ufak Tefek Cinayetler'in esinlendiği dizi. Aslında Big Little Lies da Liane Moriarty'nin kitabından uyarlanarak çekilmiş bir dizi. Geçenlerde Ufak Tefek Cinayetler sezon finali yapınca ve sosyal medyada bolca konuşulunca ben de heves edip Big Little Lies'a başladım. Zaten yedi bölümlük mini bir dizi. Üstelik Altın Küre'de En iyi mini dizi ödülünün yanında Emmy ödüllü bir dizi olması da diziyi izlemem için bir diğer nedendi.


 Normalde beni bilirsiniz. Upuzun dizi yorumları yaparım ama bu diziyi biraz kısa tutmaya ve çoğunlukla spoilersız yazmaya çalışacağım. Çünkü uzun uzun yazınca dizi yazısı yazmaktan soğuyorum. Az yazınca da çoğu şey içimde kalıyor ama yeter ya dünyayı ben mi kurtacağım? 
 Öncelikle dizide bir atmosfer var ama çok kendine has,çok özgün bir atmosfer. Ve bir şey var ki bunu nasıl yapıyorlar aklım almıyor: Dizi çok durağan gibi gözüküyor ama kendi içinde karışık olaylar barındırıyor. Bazen o kadar çok kadınların günlük hayatından herhangi bir kesit izliyormuşum gibi geliyordu ki "Cidden ben bunu mu izliyorum?" diyordum. Ancak dizideki kadınların hayatlarını merak edip bölümleri art arda izliyordum.
  Aslında çok bizden yani kadınlardan sorunlar var. Bir grup kadının mükemmelmiş gibi görünüp mükemmel olmayan hayatlarını izliyoruz. "Mükemmel hayat mükemmel bir yalandır." cümlesi dizinin ana temasını oluşturuyor. Gerçekten de diziyi ilk izlediğinizde herkesin zengin, evli, mutlu,çocuklu gibi bir hikayeye sahip olduğunu sanıyorsunuz ve dizi ilerledikçe aslında karakterlerin kusurları olduğunu, mutlu olmadıklarını, çektiği acılarını izlemeye başlıyorsunuz. Sosyal medya gibi aslında. İnstagram hesaplarına baksan herkes çok mutlu, hiç dert tasa yok, sürekli yiyip içip gezmeler, lay lay lom ama öyle değiller. Öyle olmadıklarını biliyorum. İşte Big Little Lies'da bunu gösteriyor.



  Dizideki kadınların her biri de çevremizde en az bir kere rastlayabileceğimiz çeşitlilikte seçilmiş. Birisi eşinden şiddet görüp bunu gizleyen, biri boşandığı eşinin mutlu olmasını çekemeyen, biri anneyken kariyer yaptığı için diğer kadınlar tarafından dışlanan, biri tecavüze uğrayan vs vs. Her biri aslında toplumdaki kadınların temel sorunlarını oluşturan bir kesimi temsil ediyor. 
  Sinematografi mükemmel, adeta bir film havasında.



  Sahne geçişleri beklenmedik,alışılmadık ve çarpıcı.


  Flashbacklerin arasına karıştırılan dalgalar ve sizde uyandırdığı çağrışımlar etkileyici.



  Oyunculuklar gayet gerçekçi.



  Kullanılan müzikler güzel.




 Bunların dışında Ufak Tefek Cinayetleri izlemediğim halde (arkadaşlarım ve sosyal medya sağolsun bir fikrim var) bir karşılaştırma yapmak istiyorum. Bizde kadınlar birbirini yiyor, arkasından kuyusunu kazıyor. Hele o son sezon finali neydi öyle uçan tekmeler, kafa göz birbirine dalmalar... Ancak Big Little Lies'da birbirini sevmeyen kadınlar arasında bile yeri gelince bir kadın dayanışması var ve kadınların birlikte çok daha güçlü olduğunu göstermeye çalışıyor. (spoiler kısmında bu kısma ayrıca değineceğim) Sanırım ikisinin tek ortak noktası dizinin kadınlar üzerinden dönmesi ve ortada meçhul bir ölümün olması. Keşke biraz orjinalindeki ana fikir üzerinden yürüselerdi.
  Dizide sevmediğim tek şey malesef çok açık sahnelerin olmasıydı. Hatta Nicole Kidman'ın kendisi bile bir röportajında o sahneleri çektikten sonra aşağılanmış ve harap olmuş hissettiğini kendi ağzıyla söylüyor. Biz ölek o zaman. Neyse bunun dışında dizide eleştirebileceğim bir şey yok. Rahatsız olacaklar benim gibi ileri sararak izleyebilir.


Evlilik terapisinde sahneleri çok güzel alt mesajlar barındırıyordu.

  Aslında dizide öne çıkan 3 kadın varmış gibi gözükse de bence öyle değildi. 5 kadının birbiriyle olan ilişkilerini izliyoruz. Ancak inkar edilemez bir şekilde Nicole Kidman'ın canlandırdığı Celeste karakteri hepsinden bir tık daha öndeydi. Ve içlerinden hikayesinin nereye bağlanacağını en merak ettiğim kadın da oydu. Celeste'in hikayesi çok bilindik bir hikaye. Hepimizin akrabasında, komşusunda ya da bir tanıdığından duyduğu hatta belki kendisinin yaşadığı sorun: Şiddet. Malesef.😥




 Ancak şiddet gören kadınların da farklı farklı psikolojileri oluyor. Bunlardan biri de Celeste'de olduğu gibi beni aslında çok seviyor, zamanla düzelecek, çocuklarımız için sabretmeliyim psikolojisi ve insanlar hakkımda ne düşünür düşüncesiyle bunu kimseyle paylaşmama durumu. Ve Celeste'in hikayesi mesaj anlamında aslında çok şey barındırıyordu. Evlendikten sonra kocasının isteklerine göre hareket ediyor: İşini bırakmış,sadece evine odaklanmış, ailesinden uzakta bir yere taşınmış ve haber vermeden en ufak bir şeyi yaparsa kocası kavga çıkarıyor ve şiddet görüyor. Çünkü kocası aslında karısının ne kadar güzel, zeki ve başarılı olduğunun farkında olarak onu geçmesinden ve terk etmesinden korkuyor. Aslında kendisi de karısını hak etmediğinin farkında ve bu eziklik psikolojisi içinde hıncını yine karısından çıkarıyor. 



  Ya en basitinden kocası çocukların oyuncaklarını neden toplamadın diye trip atınca kadın o zaman bir kere de sen topla dediğinde şiddet gördü. Sonra da özür dilerim seni çok seviyorum, kendime engel olamadım bir daha olmayacak vs vs yalakalıklar... En sinir olduğum erkek tipi! Bir erkekte olabilecek gıcık  özellikleri Perry denilen o lanet olasıca  kocasında toplamışlardı. Ve gerçekten izlerken bu karakterin aslında gerçek hayatta da var olduğunu bilmek sinirlerimi bozuyordu. Dünya üzerinde kim bilir kaç tane Perry var düşünsenize? Çok sinir bozucu!






 Bunun dışında en hatalı gördüğüm ama tuhaf şekilde en sevdiğim karakter ise Madeline'dı. Her şeyi fazla kontrol altına almak istiyordu ve tabiki hayatta her şeyi kontrol altına almamız tabiki mümkün değil. Kendini çocuklarına adayan kontrolcü bir anne olması onu bizim annelerimize benzer kılıyor.



  Çocukları büyüdükçe bağımsızlığını ele aldıkça annelik dışında bir uğraşı olmadığı için kendini çok huzursuz hissediyor. Aslında bu dünyadaki kadınların neredeyse çoğunda olan bir durum olduğunu düşünüyorum. Ama büyük kızı çok gerizekalıydı, şimdi bu kadın delirmesin de kim delirsin. Küçük kızı ise tam mıncırmalık, o bilmiş halleri yok mu tam yemelikti. Bir de nedense dizi boyunca hep eski kocasıyla tekrar birlikte olmasını diledim. Çünkü yeni kocası Ed çok iyi, mükemmel gibi duruyor ve bence mükemmel insan yoktur. Kesin Ed'de bir şeyler var ama dur bakalım yeni sezonda çıkar kokusu. Onun dışında spoiler olmasın diye yazmayacağım ama Madeline'ın bir hatası vardı ve bence hiç onluk bir hareket değildi. Anladık kadının mükemmel olmadığını göstermek istemişsiniz ama çok sırıtmış. Bu amaç uğruna kadını harcadınız ki kaldı ki dizinin kitabında bile böyle bir olay yokmuş.
  Uyumsuz'un film serisinde ve Aynı Yıldızın Altında gibi yapımlardan tanıdığım Shailene Woodley'i böyle bir rolde hiç hayal etmemiştim. O kadar alışmışım ki genç işi yapımlarda izlemeye ilk başta bir yadırgadım. Burada genç yaşta çocuğu Ziggy'yi yalnız büyüten bir anneyi oynuyor ve aslında psikolojisi oldukça bozuk. Bunun nedeni de çocuğunu bir tecavüz sonucu dünyaya getirmesi. Çok çok zor bir durum malesef ama kadına helal olsun çocuğuna hiç durumu çaktırmıyordu, kötü ya da uzak davranmıyordu.


Bu replikte kendimi bulduğum gerçeği
 Bir de yeni taşındığı yerde çocuğunun zorbalıkla suçlanmasıyla karşı karşıya kalıyor. Bu olay o kadar çok gizeme bağlandı ki hayatımda hiç bir dizide çocuklar arasındaki meselenin aslını bu kadar merak edeceğimi düşünmezdim. Ancak dediğim gibi dizi günlük hayattan ki buna anne-çocuk ve çocuklar arası ilişkiler de dahil çok iyi işliyordu. Dizinin gizem yönünün çoğunu da bu karakterin üstlendiğini söyleyebilirim.


Dizinin tatlı böcükleri

Şimdi buradan sonra spoiler vererek tek bir şeyden bahsedeceğim. O da final sahnesi olacak. Bütün dizide en sevdiğim sahne final sahnesiydi ve ilk defa bir dizi yorumunda tek bir sahneyi ele alıp incelemek istiyorum.


SPOİLER YEMEK İSTEMEYENLER SAYFADAN UZAKLAŞABİLİR!
  Dizinin o kadar sakin ama etkili bir havası var ki final bölümünün son 10 dakikası baktım bölüm bitmek üzere ama kimin öldüğü nasıl öldüğü açığa çıkmamış. DİZİ BİTMEK ÜZERE SONUCA BAĞLAYIN ARTIK diye dizinin yönetmeniymiş gibi ben heyecan yaparken son 10 dakikada her şey açığa kavuştu. Gerçekten dizinin  kısa sürede ama acele etmeden ve çok etkili bir işleyiş tarzı vardı. Asla acele etmeden, çok sakin ama tam yerli yerinde. Hemen final sahnesini hatırlamak isteyenler için aşağıya koyalım.



 Mesela ben Jane'ne tecavüz edenin Perry olduğundan neredeyse emindim ama daha sonra baktım dizi bitmek üzere, herhalde o adam ortaya çıkmayacak sandım. Ancak tüm gereksiz uzatmaları keserek ana olaya odaklanmalarına bayıldım.



 Jane'ın Perry'yi tanıyıp herkesin olayı o an idrak etmesi, bakışlarıyla konuşmaları tüm gereksiz uzatmaları bitirdi. Flasbacklerle geçmişe uzun bir yolculuk yapıp uzun bakışma sahnelerinin olmaması çok hoşuma gitti. Gözü dönen Perry'nin Celeste'i döverken tüm kadınların birlik olup Perry'yi engellemeye çalışması muazzamdı. Buradan aslında kadınların kendi aralarında her ne kadar anlaşmazlık yaşasa da gerektiği zaman birlik olması gerektiği mesajını aldığımı söyleyebilirim. Yalnız bu kavga sahnesinin arka planında September Song adlı piyano müziğinin çalması sahneyi acayip etkileyici yapmıştı. Piyanonun hızlı vuruşlarıyla kavga sahnesinin insanda uyandırdığı kaos duygusunun uyumu mükemmeldi. Şimdi bu araya tek bir eleştirim olacak ama o da yarım bir eleştiri zaten. Tam bu kavga sahnesinde düzenli olarak araya konulan kayalara vuran hırçın dalgalar sahneyi kaçırmama sebep oldu. 5-6 kere baştan izledim kim kime vuruyor diye. Entelektüel yanım diyor ki o dalgalar tıpkı piyano ezgisi gibi sahnenin atmosferini tamamlıyor. Ancak gelin görün ki “ Of zaten yedi bölümdür bir milyon kez dalga gördük bir durun adamakıllı izleyelim şu sahneyi.” diyen düz mantıkçı yanım ağır basıyor.



  Big Little Lies’da  katilin Bonnie olacağı hiç aklıma gelmezdi. Açıkçası ben katili Celeste olarak düşünmüştüm ve tahminen de kocası Perry'yi öldürür demiştim. Yalnız Bonnie karakteri madem dizide bu kadar kilit bir rolde olacaktı, o zaman neden bu karakteri bu kadar yüzeysel işlediniz be kardeşim? Neyse Madeline'nın ona akıl vermesi ve Nathan'ın Madeline'a gözleriyle teşekkür etmesi de çok içimi burkan ama yarı tebessümle izlediğim bir sahneydi. Birbirini sevmeyen iki kadının son anda birbirine böyle destek olması hoştu.



  Ve en son sahneye gelelim. Deniz kenarı ve anneler ve çocukları ve huzur... Çok güzellerdi. Böyle hüzünlü ama yarı tebessüm ederek izledim. Bakalım 2.Sezon bizi neler bekleyecek? En çok da Bonnie'nin psikolojisini merak ediyorum. Ve Jane ve Celeste'in bundan sonra yollarına nasıl devam edeceğini ve Madeline'ın Ed'e gerçekleri nasıl anlatacağını... Aslında bayağı da bir şey merak ediyormuşum.
 Ve bir dizi yazımın daha sonuna denk geldik. Başka yazılarda görüşmek üzere... Big Little Lies'a ait başka yazı eklerimde gelecek beklemede kalın.
  Hoşçakalın!

 

4 yorum:

  1. Merhaba, Big little lies dizisinde bence Nicole Kidman muhteşem .. Onu dizide ilk gördüğümde son olarak yapımcılığını üstlendiği birkaç filmini beğenmediğim için, dizi oyunculuğu mı !diye düşünmüştüm. Ama öyle değil müthiş bir karakteri canlanırıyor ve hiç yaşlanmıyor :) Bu güzel inceleme için teşekkürler..

    YanıtlaSil
  2. Çok güzel bir inceleme olmuş. Bence çok detaylı yazmışsın. Keyifle okudum. Gifler de yazıya ayrı bir güzellik katmış. Ellerine sağlık :-)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim. Beğenmenize sevindim. :))

      Sil