Biteli henüz iki hafta olmuş bir dizinin yorumunu bu kadar hızlı bir şekilde yayınlamamdan da anlayacağınız üzere When Life Gives You Tangerines'i çok beğendim. Duygularımı sıcakken yazıya dökmeliyim dedim. Çok derinlikli ve duygusal bir iş olduğundan dizinin yazısını hangi yöntemle yazsam diye düşündüm ve sonuçta yayınladığı gibi dört mevsim şeklinde incelemeye karar verdim. Bu çok uzun ve detaylı bir yazı olduğundan size yazıda rehberlik etmesi açısından bazı önerilerde bulunmak istiyorum:
When Life Gives YouTangerines Dizi Yorumu
1. Önce henüz Mart ayında yayınlanmış olmasına ve az bölüm izlememe rağmen 2025'in en iyi dizisi dedim. Sonra birkaç bölüm daha izleyince galiba izlediğim en iyi kore dizisi dedim ama henüz bitmemişti. Şu an ise diyorum ki K-drama açısından bir klasik. Baeksang En İyi Dizi ödülü almalı, üstüne tüm ödüller yağmalı. Zaten dizi 7 Nisan'da açıklanan aday listesinde toplam sekiz adaylık almış. Umarım siler süpürür tüm ödülleri. Hiç bir şey almasa bile en iyi senaryo ödülünü kesinlikle almalı. Ek olarak, şu anda IMDB puanı 9.3 olarak en yüksek puanlı Kore dizisi olmuş durumda. Yapımda gerçekten büyük emek var ve bunu sadece 41 milyon dolar harcanmasından da tahmin etmek zor değil.
Ben herhangi bir şeyi çok zor "en sevdiğim" diye etiketlerim. Ancak arkadaşımla konuşurken o da aynı düşüncede olduğunu belirtince abartmadığımı anladım ve nihai kararımı verdim. Benim en sevdiğim Kore dizisi oldu. Tabiki işin teknik ve ince detayları tartışmaya açık ama ben bu kadar beni derinden etkileyen, bu kadar hayatıma uzaktan baktıran, davranışlarıma düşüncelerime etki eden ve beni neredeyse her bölüm gözlerim şişene kadar ağlatan bir dizi daha izlememiştim.
2.Dizinin konusu, 1951’de Jeju Adası’nda doğan Ae Sun ve Gwan Shik’in hayatlarında karşılaştıkları zorluklar ve zamanla gelişen aşkları olarak geçiyor. Ama ben dizinin konusunu tek kelimeyle söyleyeyim: Hayat. Bir insanın çocukluktan yaşlılığa kadar yaşayabileceği inişli çıkışlı durumların neredeyse çoğu bu dizide vardı ve izlediğim süreçte sürekli şunu dedim: Hayat gerçekten de tam olarak bu. Yabancı bir tweet gördüm şöyle yazıyordu: This kdrama has no villain, just life. Bu kadar iyi anlatılabilirdi dedim. Gerçekten de karakterlerin hayatını mahveden bir saf kötü yok. Bunun yerine sıradan insanların hayatın akışı içerisinde yaşaması muhtemel durumlar var. Bir an bakıyorsunuz iyi bir şey oluyor, bir an bakıyorsunuz kötü bir şey. Bir batıyorlar bir çıkıyorlar. Hayat işte, bildiğiniz, hepimizin yaşadığı gibi.
Özellikle dizinin adını seçerken o meşhur "Hayat sana limon verdiyse limonata yap" sözünü Jeju adasına uyarlayıp "Hayat Sana Mandalina Verdiğinde" şekline dönüştürmeleri çok zekice bir uyarlama isim olmuş. Dizinin ruhuna oldukça uygun. Ayrıca bilirsiniz ki mandalinaların hem tatlı hem ekşi oluşlarıyla hayata da oldukça güzel bir benzetme yapılıyor.
Bu arada dizinin gerçek hayat hikayesinden uyarlandığı haberlerini de görmüşsünüzdür. Hikayenin gerçek sahipleri hakkında da bir sürü fotoğraf gördüm, haber okudum. Ancak bence ana karakterlerin yaşamını çok kaba taslak almışlar. Çoğu olay kurgu. Hani şu Gülseren Budayıcıoğlu dizilerinde yazar ya gerçek bir hikayeden uyarlanmıştır diye ama senaryoyu bambaşka şekle evirirler. İşte bence burada da öyle bir gerçek hayat uyarlaması var :)
![]() |
Tüm dünya diziyi izlerken aynı anda aynı şekil ağlamış olabilir miyiz? |
3. Diziyi izlerken üç dört bölüm haricinde neredeyse her bölüm ağladım ve bu göz kapaklarım şişip gözümü kırpmakta zorlanırcasına bir ağlama. Hayır bir de oruçken açlıktan başım ağrıyordu, şunu izlersem biraz zaman geçer diye başladığım dizinin ağlamaktan daha çok başımı ağrıtması...Ama bu ağlamanın hepsi çok üzücü olduğundan değil, inanılmaz şekilde hayatıma benzer yönler bulduğumdan. "Kuyudan çıkabilen kurbağa" metaforu...Neden daha iyi koşullar altında değilim diye hafiften doğduğun aileye sitem, ergenlik yıllarındaki gereksiz öfkelenmeler ama büyüdükçe anne babamızın bizi yetiştirmek için taşıdıkları sessiz yükleri daha çok farkına varıp vicdan yapmaya başlamalar...Karakter bana kendi ailemi hatırlattı. Kendime ve aileme ağlarken buldum kendimi. Sahip olmadığım şeylere ağlarken buldum. Ve ben eminim hepimiz kendimizden bir şey bulduk. Çoğu insan bu dizide karakterlerde kendi yaşam mücadelesinden izler buldu ve bence o sebeple ağladı.Tüm gözyaşlarımızı toplasak Gwan Shik'in teknesini yüzdürmeye yeterdi diye bir yorum okudum mesela o kadar haklı ki. Ama bence mesela bir Amerikalı, bir İngiliz izlese bizim kadar abartılı etkilenmez gibi geliyor çünkü geçmişten günümüze Kore'yle ortak çok yönümüz olduğunu düşünüyorum. Özellikle geçmişte kadına yapılan muamele bu kadar mı aynı olur dedim.
Dipnot: Ben güncel izlediğim için part part izledim. Her part 4 bölümden oluşuyordu ve bu sayede hikayeyi daha çok düşünme ve arkadaşımla konuşarak üzerinde durma şansım oldu. Diziyi izlerken sindirmem kolay oldu. Eğer bittikten sonra izleyecekseniz sakın ola bir oturuşta diziyi bitirmeyin. Gerçekten ağır gelebilir. Dört bölümlük partlardan sonra ben o hale geldiysem tek oturuşta ne hale gelirdim düşünemiyorum.
4. Dizinin gerçekten tarihi ve kültürel dokusunun işlenme şekline hayran kaldım. 1950'lerden bu yana yakın Kore tarihi hakkında inanılmaz bilgiler öğrendim. Zaten 2521, Mr. Sunshine, Pachinko gibi dizilerden Kore tarihi hakkında çok şeyi öğrenmiştim ama bu kronolojik bir sırayla ülkenin çok daha uzun bir sürecini anlattığı için yeni bilgiler de öğrenmiş oldum. 90'lardaki seri katil cinayetleri, kılık kıyafetin değişme süreci, özel ders verme yasağı, olimpiyatlar sırasında ülkede yaşanan çalkantılı haller... Liste gerçekten de uzar gider. Bir de dizi bu kadar geleneksel Kore kültürüyle dolu olmasına rağmen bir yandan o kadar evrensel duyguları işliyor ki. İşte bu da bir başarıdır bence.
5. Arkadaşlar senaryonun akışına, işlenişine hayran kaldım. Ben bile dizinin yorum yazısını yazarken 50-60 yıllık süreçte geçen bir ailenin hikayesini nasıl anlatacağımı, hangi başlıklar altında toplayacağımı düşünüyordum. Yani gerçekten belli bir akışta konu başlığında bir şeyleri geçtim yazmayı, planlamak bile zor. Senaryoyu o yüzden çok beğendim. Dört mevsim, her hafta dört bölüm birden yayınlanması, bir ailenin hikayesinin uzun yılları kapsayacak şekilde bu kadar güzel yazılması, geçmiş ve gelecek arasında kurulan köprüler, değinmeler, bir yandan ülkenin o günkü atmosferiyle senaryonun bağdaşması... Çok ince detaylar var arkadaşlar X'de makale okur gibi okudum tek tek, çok uzun olduğu için yorumun çoğunu kaplamasını istemiyorum. Bir de oyuncuların yönetmenle çektiği bir tepki videosu var, orada sadece yazılan bir çocuk şiiri için bile senariste hayranlık duyuyorlar. Orta yaşlı Ae Sun'u oynayan oyuncu Moon So Ri, senaristin senaryosu da şiir gibi diyor. Gerçekten en kısa böyle özetlenir: Şiir gibi senaryo ki bence bu şiirselliğin çoğunu çeviri olarak izlediğimiz için kaybediyoruz. Bu haliyle bile şiirsel ama düşünün.
Ancak beni bu senaryoda en çok etkileyen şey Gwan Shik karakteri oldu. Dizi her ne kadar kadın karakterlerin çektiği zorluklara daha çok değinse de burada bence çok iyi bir eş ve çok iyi bir kız babası olarak Gwan Shik kalpleri fethetti. Onun yüzünden kaç kere ağladım bilmiyorum. Bahsettiğim röportaj videosunda Bo Gum "Gwanshik'i Ae Sun'un bakmak için döndüğü her yere çiçek eken bir aşk çiftçisi olarak oynadım." diyor. Yalnız Bo Gum da az romantik değilmiş, şu betimlemeye bakın. Her neyse senariste böyle bir kült karakteri bize kazandırdığı için teşekkür etmek istedim. Ancak senarist zaten When the Camellia Blooms dizisinin de yazarı ve ben orada da yazdığı erkek karaktere hayran kalmıştım. Kendisi seyircilere "Beni de böyle seven biri olsa ya" dedirtecek erkek karakterler yazmasıyla ünlü diyebiliriz. Bundan sonra dizilerinin takipçisiyim. Hatta When the Camellia Blooms dizisinin green flag adamını oynayan Kang Han Eul diziyi izleyip şöyle demiş:" Beklendiği üzere yazar Sang Chun diye düşünerek izledim. İzledikten sonra gerçekten muhteşem bir eser olduğunu düşündüm. İzlerken düşündüğüm tek şey yazar nasıl bir hayat yaşıyor oldu." Gerçekten de bu diziyi yazabilmek için hayatı iyi anlayabilmek bunun için de bazı zorluklardan geçmek gerekiyor.
Yönetmene de bir aç parantez yapacak olursam kendisi My Mister'ın yönetmeniydi zaten ve IU ile daha önceden çalışıp ortaya derinlikli bir iş çıkarttıklarını bildiğim için ve senaristin de green flag erkek yazma başarısını bildiğim için iyi bir şey çıkacağını tahmin etmek zor değildi. Üstelik green flag erkeği Park Bo Gum oynuyorsa.
Jeju adasını izlerken görüntü yönetmenliklerine de hayran kaldım. Deniz sanki bir karaktermiş gibi hissettirdiler. Ve diziyi izledikten sonra Jeju adasına gidesim geldi. İnşallah bir gün gerçekten gidebilirim, şu an hayal gibi geliyor ama her şey önce hayal etmekle başlar.
6. Cast gerçekten çok iyi. Ben zaten IU ve Park Bo Gum için gelmiştim ama arkadaşlar oyuncuların çocukluk, gençlik, yaşlılık halleri de çok iyi yansıtılmıştı. Evet bazı oyuncular benzemiyordu ama yaşlanma makyajlarının gerçekten çok iyi yapıldığını düşünüyorum. Bir de çocuk oyuncular o kadar tatlıydı ki izlerken eridim tatlılıklarına.
![]() |
IU dizide üç tane erkekle sevgili rolü yaptı ama en çok Bo Gum'la yakıştı. |
7. Bu dizi bana daha iyi bir evlat olmam gerektiği konusunda adeta ders verdi. Ailenin büyük kızı Gyeom Myeong'a bakıp eleştirdiğim çoğu şey kendimde de vardı. Onun ailesinin geçmişine birebir tanık olmadığı ama bizim seyirci olarak ne fedakarlıklardan geçtiklerini bildiğimiz için ailesine bakış açımız hep anlayışlı bir noktadandı. Ancak kızları bunu bizim gibi görmediği için her ne kadar onları çok sevse de onları kırmadan da edemiyordu. Bu noktada bizler de anne babamızın hayatını açıp film gibi izleyip hangi zorluklardan hangi acılardan geçtiklerini izlesek biz de onlara karşı daha anlayışlı olurduk diye düşündüm. Dizi bittikten sonra düşündüğüm ilk şey anneme bir hediye alıp onu mutlu etmek, ona daha iyi davranmaktı. Babam içinse malesef hatalarımı düzeltme lüksüne sahip değilim artık. Bizim için sabahtan akşama kadar çalışıp bana kontür yükledikten sonra cebinde çocuklarına getirmek üzere olduğu bir çikolatayı taşırken trafik kazası geçireli 11 sene oldu. Özellikle dizideki baba kız ilişkisini gördükten sonra her şey çok farklı olabilirdi diye düşünüyorum. Hayat bazen böyle işte arkadaşlar. Hepimizin hatalarımızı düzeltmek için ikinci bir şansı yok. Elinizde bunu düzeltme lüksü varsa çok şanslısınız. Bu dizide bunu göstermede adeta hayata tutulan bir ayna. Bu anlamda beni kendime getirdi diyebiliriz.
Beni İnstagram'da da takip etmek isterseniz şuraya tıklayın.
Arkadaşlar, en baştan uyarayım bundan sonra yazılanlar sadece diziyi baştan sona izleyen insanlarla iç dökmek için yazılmış bir yazıdır. Diziyi izlemediyseniz bundan sonrasını da okumayın. Çünkü en başından itibaren en sonla alakalı spoiler içerecektir. Gerekli uyarılarımı yapayım da gerisi size kalmış.
Dizinin jenerik müziğini de açarak başlayalım diyorum.
When Life Gives YouTangerines Detaylı İnceleme
Vol1: Anneni kaybetmenin acısı
Vol 2: Çocuğunu kaybetmenin acısı
Vol 3: Aşkını kaybetmenin acısı
Vol 4: Eşini kaybetmenin acısı
Şimdi sırayla bunları inceleme zamanı!
Vol 1: İlkbahar
Dizi ilk olarak Ae Sun ile Gwan Shik'in ilk yıllarını ve evliliklerini yönettikleri "ilkbahar" ile başlıyor. Ben dizinin daha ilk sahnesini izlediğimizde anladım bizi çok etkileyici bir dizinin beklediğini.
"O zamanlar bilmiyordum 70 yaşımı göreceğimi. Her gün söylemek istediğim şeyi 70'imde de en çok söylemek isteyeceğimi: Anne!"
Repliğe bakar mısınız çok ağlatacağım diye seni uyarıyor resmen. Gerçi beklediğimden de çok ağladım ya orası ayrı bir konu. Ayrıca ben yaşlı insanlar gençliklerinin hızlı geçtiğinden bahsettiklerinde, onların gençlik fotoğraflarını her gördüğümde zamanın kimseye acımadan geçtiğini anlayıp hep bir hüzünlenirim. Allah'ım derim ben nasıl yaşlanacağım. Yaşlanmaktan korkuyorum ben arkadaşlar, küçük bir itiraf.
Dizinin ilk bölümünün ilk sahnelerinde Ae Sun'un annesine hafiften bir gıcık oldum. Kızına karşı bile sert duruşu, pata küte konuşması ve asık suratıyla insanı başta bir itiyor. Ancak sahneler geçtikçe aslında çok şey yaşamış ve hala üç çocuğunu beslemek zorunda olduğu için geçim derdine düşmüş bir kadın olduğunu anlıyoruz. Zorlu yaşam koşullarının onu böyle olmaya ittiğini aslında çocukları için her şeyi yapmaya hazır fedakar bir kadın olduğunu anlamamız uzun sürmüyor.
![]() |
Şu çocuk resmen Bo Gum'un küçüklüğü gibiydi, castı sevdim. |
Dizi beni ilk bölümüyle aldı 1950'li yıllardaki Jeju adasındaki yaşamın gerçekleriyle tanıştırdı. Tabi ki çoğu coğrafyada olduğu gibi kadınların ki özellikle eğitimsiz, parasız, çocukları için çalışıp çabalayan kadınların çektiği acılarla bir kez daha yüzleştirdi. Haenyeo olmanın ne anlama geldiğini bu diziyle anlamış oldum. Denize dalmak, oradan çıkabilmek, elin dolu çıkmak için hayatını tehlikeye atmak, denizden çıkabilsen bile denizin ömrünü kısaltması... Hayatta kalmak için ölmek gibi bir şey onların işi. Hatta dizide şöyle bir replik vardı: Haenyeoların hayatı kumardır zaten. Çok üzüldüm, çünkü gerçekten ömrünü böyle bir iş yüzünden harcayıp refah yüzü görmeden genç yaşında ölen çok kişi olmuştur diye düşünmeden edemedim.
Ae Sun'un küçüklükten beri şair ruhlu birisi olduğunu annesine yazdığı şiirin o sert kadının bile kabuğunu kırıp evladını ne olursa olsun kendi evine getirmeye karar vermesiyle anlıyoruz. Bu arada şiir gerçekten çok anlamlıydı ve çok tatlıydı. Bir çocuğun annesine olan özlemini çok iyi anlatıyordu. Kadının duygulanmasını anlıyorum.
"Herkes yük olarak benim sırtıma bindi ama bu ufaklık benim sırtımdan iniyor. Bu yükü benimle paylaşmak istiyor. Yaramazlığı ondan. Kalbimi en çok kıran yaramaz bu." Bakın bu replik aslında annelerin ilk kız çocuğuyla olan genel bağını özetliyor. Genelde gerçekten de annenin ilk kız çocuğu onun kurtarıcısı olma rolünü üstlenmek ister.
"Ben bu çocuğa tabut taşıtmam. Onun okuyup büyüdüğünü göreceğim."
"-Haberlerde görmüştüm. Korelilerin ortalama yaşam ömrü 52 seneymiş.
- Ben onu geçeceğim. 60 70'imi rahat yaşayacağım. O yaşa varınca çektiğim çileler komik gelecek."
Ben dizinin ilk bölümünde dizinin nasıl işlediğinden habersiz yukarıdaki şu replikler geçince şöyle düşünmüştüm. Heh tamam, kızımız bir sürü zorluk çekip okulu bitirip ünlü bir şair olup annesine bunu gösterecek, ona rahat bir hayat yaşatacak. Çünkü genelde bu replikler o başarı sahnelerinde flashback yapılmak için kullanılır. Tabi ben dizinin hayatı anlattığından bihabersiz izleyip böyle düşünürken bırakın ortalama kısalıkta bir ömür yaşamayı, kadının 29 yaşında ciğer rahatsızlığından öleceğini görünce bir şok yaşadım. Yani kadın sigarayı bile bırakmıştı uzun bir ömür yaşama kararı aldığı için. Üstelik kızımız büyüyünce annesini rahat ettirecek onu uçağa bindirecek, ona inci kolye alacaktı. İkinci bir şoku da kızın annesinin ölmeden ona ettiği hizmetçi olma, amcanın evine git, okulunu bitir vasiyetlerinin yerine getirememesiyle yaşadım. Çünkü genelde dizilerde vasiyetler karakteri bir yola sokmak için yazılır. Burada ise öyle olmadı.
Kızımız üvey babasının evinde çeşitli manipülasyonların kurbanı olarak hizmetçilik yaptı, okulunu bitiremeden kendini evlenme yolunu girip hamileyken buldu. Bazı feminist yorumlar görüyorum işte böyle gösterilmesi çok yanlış, ne yapıp edip okulunu seçmeliydi diye. Arkadaşlar yıl 1960, ataerkil ve içine kapanık bir ülke, böyle bir ülkenin de küçük bir adası, kadının bir değeri yok ve ana karakterimizin yaşı çok küçük ve anası babası başında olmadığından akrabaları tarafından hor görülen bir yetim. Ne olmasını bekleyebilirsiniz ki? Kanatları yok bu kızın takıp da uçsun. Masal anlatmayıp tam olarak hayatta olan gerçekleri yansıtmışlar işte. Ben bazen Müge Anlı'yı izlerken de onun neden okumadın diye Anadolu'nun küçük bir köyünde doğup büyümüş kadınları üstten bir tavırla ezdiğini görüp sinirleniyorum. İnsanın doğduğu yıl, doğduğu coğrafya, içine doğduğu aile kaderdir ve bazen ne kadar çabalasa da olmaz. Olmuyor. 2025 yılında konfor alanından yorum yapmak kolay.
"Jeju'da kadın olacağına inek olsan daha iyi."
Ve 2. bölümde Park Bo Gum ve IU diziye tam anlamıyla giriş yapıyor. Birinci bölüm bir altyapı sunmuştu ve esas dizinin şimdi başladığı anlaşılıyordu. Ae Sun'un hala okul hedefleri olduğunu, lahana satarken bağırmaya utandığını, onun yerine bunu küçüklükten beri her işine koşan Gwan Shik'in yaptığını görüyoruz. Yalnız Gwan Shik tamam anladık aşıksın da yarma ya, ayakkabısına kadar giydirmek de biraz ne bileyim. Bir ayağını yıkamadığı kaldı kızın.-onu da yapar izin verse- Bu arada Ae Sun'un geçim sıkıntısı çektiği zamanlarda bağıra bağıra nasıl ürün sattığını görüyoruz ilerleyen yetişkinlik döneminde. Mesela bu çok güzel bir detaydı. Ben de eskiden utandığım şeyleri hayatta sen tırmalamadıkça ayağına gelmediğini anlayınca çok afedersiniz ama eşek gibi yaparken buldum kendimi. Bunun gösterilmesi o yüzden çok hoşuma gitti. Yaşamayan yoktur herhalde.
Çiftimizin önlerine çıkan ilk engel Gwan Shik'in babannesi oluyor. Kızımız da resti çekiyor senin torununa mı kaldım ben diye ama gönlü de var yani belli. Tabi mantığı daha devrede bu aşamada, anne babası deniz yüzünden öldüğü için deniz dalgası görmek bile istemeyen kızımızın hayali ana kara olan Seul'e gidip Kore dili ve edebiyatı okumak. Tabiki hayatta her zaman planlarımız işe yaramıyor. Çok istemesine rağmen, annesinin de vasiyeti olmasına rağmen okuma planları suya düşüyor. Ya şimdi bu kız ne yapsın? Üvey babasının evlenmeye karar verdiği kadın evde de istemiyor okutmak da, amcası desen bize yük olursun git fabrikada çalış bari diyor, sokakta mı kalsın kız? Kime gitsin? Nereye gitsin? Tek çaresi her zaman yanında olan Gwan Shik'ten yardım istemek. Orada da zavallım Gwan Shik'in hem bir şey yapmasını istiyor hem de bir yandan ona her şeyi sunamayacağını bildiği için mızmızlanırken çocuğu eziyor.
"Her şeyi veremem ama hayatım pahasına bir şey yaparım senin için"
Çocuğu Jejulu sıradan biri olduğu için gömüyor bir yandan kendi de Jejulu, gülsem mi üzülsem mi bilemedim bu sahnede. Gwan Shik'e de üzüldüm yalnız burada, her şeyi göze alabilir ama yaşı daha 18, ekonomik olarak bağımsız bile değil ailesinden.
Kaçma maceraları komikti ve ben yakalanacaklarını hiç düşünmemiştim. Busan'da kaldıkları motelin sahipleri tarafından dolandırılmalarına da çok acıdım. Özellikle kızın annesinin tek fotoğrafının da çantanın içinde olmasına ayrı dertlendim. Altın kurbağayı falan geçtim ne yapın edin bulun kız annesinin yüzünü mü unutsun modunda gerilerek izledim. Neyse ki bir türlü kurtuldular derken geri döndüklerinde kızın adada dedikodusunun çıkması işleri daha da berbat etti.
"Bugün kaçmış olsanız da oğlanlar yapınca cesur oluyor. Kızlar aşkı tecrübe edince hafif meşrep oluyor."
Şu mentalite yemin ediyorum dünyanın çoğu yerinde aynı. Sanki kız tek başına kaçmış gibi bütün sorumluluk ona atılıyor. Okuldan atılıyor, fabrika bile ortaokul mezunu almaz diye iki çocuklu geçimsiz bir adamla evlendirmeye çalışıyorlar. Yani Gwan Shik'ten sonra yaşını başını almış adama gencecik kızı layık gördüler ya insanın bir siniri bozuluyor. Bir de adam ilk buluşmada anlaşılıyor ki evinde işleri yapacak, çocuklarını büyütecek birini arıyor. Bir yandan da kıza geçmişini görmezden geliyorum hadi yine iyisin modunda üstünlük kuruyor. Yani sesini kes, seninle evlenerek zaten seni kurtarıyorum, çok da bir şey bekleme, diyor kibarca. Evlendikleri zaman kızın nasıl bir eziyet çekeceğini tahmin ediyoruz. İlerleyen süreçte onunla evlenen güzelim kadının ne hale geldiğini dudağının kenarındaki yaradan da gördüğü muameleden de anlıyoruz zaten. Bakın ama dizinin şu yönü de çok güzel. Bu adamın bile karakter gelişimi gösterdiğini görüyoruz. Ae Sun ve Gwan Shik'in ailesini kıskanıp onlar gibi olmak isterken batırdığı ailesinin kıymetini anladığını görüyoruz. Bence bunlar birini dümdüz ve tek yönlü kötü yapan dizilere göre oldukça gerçekçi yapan detaylardı.
Gwan Shik'in annesi tatlı diliyle Ae Sun'u manipüle ettiği için Ae Sun onu vazgeçirmenin tek yolu olarak onu istemiyormuş gibi yapıyordu. Bu kısımlarda Gwan Shik'e gerçekten çok üzüldüm. Yaşının da getirdiği çocuksulukla ağlayıp bir şeyler yapmaya çalışması ama başarısız olması böyle bir içime dokundu. Hele kızın amcasına ağlaya ağlaya söylediği şu sözler yok mu? Ah canım ya kıyamam dedirtti.
"Sen kıza neden sürekli çöp muamelesi yapıyorsun? Kız çok akıllı, düzgün konuşuyor. Çok da tatlı biri. Niye, niye, niye?Bana ver onu, senelerdir balık veriyorum. Bunca zaman onun lahanalarını sattım. Ona öz amcasından daha iyi bakıyorum ve aşığım. Onu benden neden alıkoyuyorsun? Buna hakkın yok."
Daha sonra ailelerin onları ayırmaya gücü yetmeyince onları evlenmiş olarak görüyoruz. Geum Myeong 8 ay sonra doğmuş, bu bilgiyle ben şok aralarında bir şey geçmedi sanmıştım çünkü bununla ilgili hiçbir ipucu vermemişlerdi. Vantilatör meselesi de açığa kavuştu böylece, ona da ayrı şok.
Hamile olduğunu bilseydi bunca aksiyona gerek kalmaz mecburen evlendirirlerdi zaten. Yalnız normalde herhangi bir dizinin sonu olabilecek aile saadetiyle dolu evli mutlu çocuklu sahneler biraz ilerleyen bölümler de neler olacak acaba diye düşündürdü.
Bu arada ben bu sahneleri izlerken adeta eridim. E R İ D İ M. O kadar güzel sahneler ki, insan izlerken serotonin oksitosin hormonu salgılamadan edemiyor. Böyle bir anı nerede görsem hep içime mutluluk dolar benim, kaldı ki burada bu sahneyi birbirine çok yakışan IU ve Bo Gum oynuyor. Aksi mümkün müydü? Kore'nin azalan nüfus sorununa yönelik her yerde bu sahneleri tekrar tekrar oynatsalar sorun çözülür gibi. Şaka yapmıyorum, ciddiyim :) Yemin ederim insanın evlenip çocuk yapası geliyor şu görüntülere bakınca.
Ae Sun'un planları kesin bir şekilde öğrencilikten çıkıp bir anne, eş ve gelin rolüne bürünüyor. Daha doğrusu bebeği planlamadıkları ortada ve mecburen hayallerinden önce bakması gereken bir çocuk var ve tabiki şikayetçi değil. Çünkü anneler çocukları için her şeyi geride bırakmaya hazır bir sevgiye sahip oluyorlar. Bir de karakterle yapılan bir röportaj var. Ae Sun şöyle anlatıyor bu durumu:" Geum Myeong doğduğundan beri üniversite bana aniden anlamsız geldi. O o kadar değerli ve sevimliydi ki başka hiçbir şeyin önemi yoktu. Kızım istediği her şeyi yapabilsin istedim." Yani annesinin ondan beklentilerini yerine getiremeyen Ae Sun, kendi hayallerini bir anne olarak kızına yükledi. İki nesildir kırılamayan bir anne-kız döngüsü var burada fark ettiyseniz.
Bu arada başka bir röportajda IU, Ae Sun'un evlenmeden önce Gwan Shik'e savunma modunda olduğu için daha sinirli bir ses tonu kullandığını ama evlendikten sonra Gwan Shik'e karşı daha nazik ve kibar konuştuğu için ses tonunu değiştirdiğinden bahsetmiş. Diziyi izlerken fark etmemiştim ama düşününce gerçekten de öyle olduğunu fark ettim. Sanırım evlenmeden önce onun için bir adım atmasını bekleyip ama bunu ona söylemeden kendisinin akıl etmesini bekliyordu. Biraz da onun siniri vardı. Evlendikten sonra en kötü günde bile ona karşı sinirli konuştuğunu hatırlamıyorum, hatta çocukları babalarını üzdüğünde onları azarlardı.
Dördüncü bölüm bence ilk çeyreğin en etkileyici bölümüydü. Çünkü o kadar bizden şeyler buldum ki çok şaşırdım. Gwan Shik'in saçma sapan geleneklere karşı çıkıp karısını ayrı eve çıkarması efsaneydi. Yıl 2025 ve para bolken çoğu erkek bunu yapamıyor malesef. Şaman halmoni beni deli etti izlerken, bir de Ae Sun'a barbunya atıp duruyordu ya sanki birisi beni rahatsız edip parmağıyla dürtüyormuş gibi hissettim. Bu bölümde eskiden olsa bağırıp çağıracak sinirli Ae Sun yerine, kocası zaten dışarıda çok çalışıyor bir de eve gelip üzülmesin diye çoğu şeyi sineye çeken bir Ae Sun görüyoruz. Gelin olunca bünyeye yüklenen güncelleme diyebiliriz sanırım.
Düşünsenize arkadaşlar kız çocuk doğurdunuz diye ikide bir erkek doğurmamanız başınıza kakılıyor, kızınız hor görülüyor, çeyiz getirmeden gelin olmanız yıllar geçse de hatırlatılıyor, yemek yerken bile ikinci sınıf vatandaş muamelesi görüp ayrı masada oturuyorsunuz, yemeğin de en kötü kısmını kendiniz alıyorsunuz. Nefret ediyorum bütün bu kadını aşağılayan geleneklerden gerçekten nefret. Annesi Gwan Shik'e benim tarafımda olman gerek karının değil dediğinde senin yanında olması gereken kişi babam demesi çok güzel bir karşılıktı. İşin en acıklı tarafı da karısı için onlara neler neler diyecek de karısı benden taraf olursan benden daha çok nefret ederler diye bunu engelliyor. Bu erkek annelerinin gerçekten gelinini oğullarından kıskanması bana çok saçma geliyor. Eğer erkek de annelerinin bu kıskançlık manipülasyonuna gelirse zaten evlilikte huzurun bozulmasına yol açıyor.
Ae Sun kızına bisiklet aldığında bile kızlar bisiklet mi sürermiş diye ültimatom yiyor. Kore'nin eski adetlerini gördükçe bunlar bize bu kadar benzerken nasıl bizden daha gelişmiş bir ülke olmuşlar diye şaşırmadan edemedim. Ve arkadaşlar dizinin en vurucu repliklerinden biri şu bence:
"-Hadi bir şey yapayım. İzin verirsen kötü adam da olabilirim.
-Geum Myeong o bisiklete binsin istiyorum. Bisiklet sürebilmesini çok istiyorum, anladın mı? Bisiklet bile süremezse tüm ömrü mutfakta geçecek. Geum Myeong'da her şey olsun istiyorum. Her şeyi olsun, her şeyi yapabilsin. Onun gelişmesini istiyorum. İstiyorum ki Geum Myeong sofra kurmak yerine gitsin o sofrayı bir güzel devirsin.
-Sen de devir. Devirirsen ben ortalığı toplarım. İster devir ister kır. Bana zamanı söyle, onlar bana kızsınlar. Çizgiyi çekerim ben."
Karısını koruyacak kimsesi olmadığı için, onun kızı için dilediklerini karısının da yapabilmesini istemesi o kadar özel ki... Yani o kadar özel ki tarif edemiyorum. Eşim bana böyle sözler söylese oturur zırıl zırıl ağlardım herhalde. Dizide ilerleyen bölümlerde geçen bir söz vardı. Gwanshik için kızı bir numara olsa da karısı her zaman sıfır numaraydı.
Ve diğer bir husus da Gwan Shik'in sofrada yaptığı devrimdi. Kore'de gelinlerin ve kız çocuklarının ayrı sofrada yemesi bana ananemin dönemini hatırlattı. Bu benzerliğe tekrar değineceğim de önce sahneye değineyim. Küçük kızın bezelye isterken tatlılığına eridim. "Borikung borikung" diyişi aman Allah'ım bu nasıl sevimli bir şey dedim. Geum Myeong'un çocukluğunu oynayan kıza hayran kaldım. Gerçekten tam yanakları sıkılmalık bir çocuk o. Gwan Shik'in kızının bezelye istemesine dayanamayıp arkasını dönüp kendi yemeğinden ona vermesi günümüzde dünyanın en sıradan olayı olabilir ama o zamanda o coğrafyada gerçekten bir devrim. Ve annesinin de köpek doğursam daha iyiydi hakaretine karşın sen de burada yiyorsun ya anne senin için döndüm demesi...Yalnız o kadın bile yıllarca o aileye gelinlik yaparken sığıntı gibi arkada yemek yiyor, buna rağmen bu saçma düzeni bozan oğluna kızıyor. İşte bazen bu kültürel kodlar o kadar içimize işliyor ki o kültürün mağduru olsak bile bize abes gelebiliyor bazı şeyler. Bakın mesela iftara tüm akrabaları çağırırken kadınlar sabahtan akşama kadar yemek yapıyor. Sonra hazıra konan erkekler en güzel masaya oturuyor, en çok acıkan onlarmış gibi -üstelik fizyolojik olarak bizden daha dayanıklılar- kadınlar hizmet ediyor. İkinci bir masa olmadığı için de genellikle kadınlar yer sofrasında yiyor. Eğer tatlı yetmeyecekse diyelim önce kadının tatlı yeme hakkından kesiliyor, yine de onlar tatlısız kalmıyor. Küçüklüğümden beri bu bana o kadar haksızlık olarak geliyor ki. Bir de bu 2025 hali. Size kendi ananemin gelinken gördüğü muameleden ve annemin başlattığı devrimden bahsetmek istiyorum. Annemler ananeme "Anne" demek yerine "gelin" derlermiş. Öyle alıştırılmışlar. Bundan arkadaşıma bahsettiğimde savaştan sonra çok öksüz yetim olduğu için diğer çocuklar üzülmesin, içi gitmesin diye zamanında Anadolu'da böyle bir kültürün olduğunu söyledi. Ama her ne sebeple olursa olsun bana yine de çok saçma geliyor. Neyse ananem kendi çocukları yanında ağlarken bile aile büyüklerinin yanında kucağına alıp sevmemek için bir şey yapamayan bir kültürün içine doğmuş, düşünün. Bir gün annemin köye komşuları gelmiş şehirden, annesine gelin diye seslenirken komşuları bunu duyup şaşırınca utanmış ve ne kadar saçma olduğunu anlamış durumun başkasının gözünden düşününce. Utancından da kıvırmış buraya gelin anlamında çağırdım demiş. Bu olaydan sonra kardeşlerini toplayıp bundan sonra "Anne" diyeceğiz diye karar aldırmış ve bu anneye gelin deme saçmalığını bitirmiş. Düşünsenize arkadaşlar böyle bir aileden çıkıp bu zamanlara gelebilmemiz aslında büyük bir gelişme. Biz hayata 10-0 geriden başlamışız zaten yenemezsin ki nasıl yeniceksin :)
Gelecekte gösterdikleri sahnede Geum Myeong'un annesiyle ucuz ayakkabı alıp durması üzerinden yaptıkları bir diyalog vardı. Orada kızı annesine şirkette çalışmanın ne kadar zor olduğundan, hayatı fakirlikle geçtiği için para kazanınca doyumsuz olduğundan dem vurup onlara iyi koşullar sağlanmadığından bahsediyordu. Ve senin gibi mi olsaydım demesi annesine çok kırıcıydı. Ama Ae Sun'un verdiği cevap da çok güzeldi:
"Benim gibi olma ama dinle. Ben kendi mutluluğumu buldum. Benim de zor zamanlarım oldu ve çok güzel bir sürü anı biriktirdim. Benim hayatım da kıymetliydi, bunu anlamanı istiyorum."
Arkadaşlar gerçekten de mutlu bir aile kurup güzel çocuklar yetiştirebilmiş insanlara bakınca ben imreniyorum. Asıl mutluluk gerçekten de bu gibi geliyor bana. Mesela bir gün annem bana şey demişti: Sen çalışmadan önce daha mutlu bir insandın. Dumura uğratmıştı bu söz beni, çünkü para kazanmak hoşuma gitse de her şeyin bu demek olmadığını yaşayarak anlamıştım. Şu anda güçlü kadın imajı olarak önce kariyer dense de işten eve döndüğümde tek başına yalnız bir eve gitmek bana mutluluk vermedi. Tabiki buna yo ben böyle gayet mutluyum diyenleriniz olacaktır ama ben de durum öyle işlemedi yani. Mesela geçen gün çok güzel bir aile olduklarını düşündüğüm velim keşke okulu bırakmasaydım o zaman daha başka hayatım olurdu dedi bana. Ben de o sırada kadının dünyalar güzeli kızına bakıp şöyle bir kızım olsa ne güzel olurdu diye düşünüyordum. Aslında hepimizin hayatı kendi için de ayrı güzellikler barındırıyor. Başkalarının hayatına bakıp da boşa yaşanmış bir hayat diye yargılamak biraz küstahça o yüzden. İnsanların ne yaşadığını yargılamak bize düşmez. Ancak yine de bana sorarsanız güzel bir ailesi olan, sağlık sorunu da olmayan herkes bence mutluluğu en basit anlamıyla yakalıyor. Sadece şükretmeyi bilmiyoruz mutluluğumuzu kaybetmeden.
Gwan Shik'in ailesinin karısına yaptıklarına artık son verip dediği gibi karısı masayı devirdiğinden onu desteklediği an geldi. Bu arada ben bu sahneyi birkaç kez üst üste izledim. Çünkü çok hoşuma gitti verilmek istenen mesaj.
"O benimle yaşamaya geldi. Gelininiz olmak için evlenmedi. Bir daha onun yüzünü görmeyeceksiniz. Bir daha burada yaşamayacağız."
Çoğu geleneksel ailede ailesinin saçmalıkları günbegün ortadayken karısını birazcık bile savunamayan erkekler yüzünden acaba kaç aile mutsuzluğa mahkum olmuştur diye düşündüm. Bazen gerçekten masayı devirmek gerekir, ev ev üstüne olmuyor gerçekten. Aile apartmanında yıllarca yaşamış ve atandığı zaman ailesini de yanına alıp özgürleşmiş bir kızdan sözler dinlediniz. İki kuru ekmeğe muhtaç da olsan azıcık aşım kaygısız başım diye bir gerçek var. Bir de tutmuşlar küçük kızı haenyo yapacaklarmış siz kimsiniz ya kimden izin aldınız. Ayh sinirlendim kendi kendime.
"Benim kızım yaşadığım hayatı yaşamayacak. O benim kızım. Haenyo istiyorsan kendi kızını yap. Niye benim kızım olacakmış?"
Bir bölümün içine bu kadar acı sıkıştırdıkları yetmiyormuş gibi bir de Gwan Shik'in işinde çektiği tüm zorlukları sırf eşi üzülmesin diye saklaması, her şeyi içine atması... Ya bir de dayak yemiş ya mahvoldum izlerini görünce. İçim acıdı ya olabilir mi böyle bir şey, oldu. Bir de uzun kollu giyiyor sıcağın ortasında bile yaraları gözükmesin diye, ne kadar yorulduysa zamanının çoğunu evde uyuyarak geçiriyor. Zalim işvereni yüzünden bir de parmağından olması da artık son raddeydi. Orada cidden Ae Sun'u anladım. Hepimizin yapmak istediği şeyi yaptı, çok da güzel oldu.
Bu arada ben ilk başta benzettiğimi sandım ama işveren kaptan bizim Ae Sun'un evlilikten döndüğü adamdı. Şimdi tüm husumeti anlaşıldı dedim. Peki sonra Ae Sun'un koşarak gelip adama tekme atıp eşinin koluna girip uzaklaşması ve orada ağlaması...
İtiraf etmeliyim ki ben de onla beraber ağladım. Ae Sun ağlamaya başlamadan ben ağlamaya başlamıştım bu arada. Gwan Shik'in haline çok üzüldüm ki zaten ben başkaları üzülmesin diye kendi sorunlarını saklayan minnoş kalpli insanlara çok üzülürüm. Pardon minnoş kalpli yazmışım çelik yürek olacaktı. Ya bir de bu Bo Gum'un bakışları çok masumane, rol gereği de garibanlık gerektirince ×100 hüzünlü oluyor sahneler. Yahu onu da geçtim adamın sırtına bakınca üzülüyorsunuz.
Peki şu defalarca flashback yapılan sahne... Allah'ım o kadar minnoş o kadar güzel bir aileler ki... O küçük kızı zaten yemek istiyorum ben. Kore Aile Planlaması Merkezi'ne bunları atamaları lazım ya bak yine diyorum. Fakir de olsan sefalet de çeksen aile olmanın güzelliği paha biçilemez diye haykırıyor sahnenin kendisi.
Vol 2: Yaz
İkinci kısım adeta Ae Sun ve Gwang Shik'in anne baba olarak hayatlarının başka dönemine geçtikleri, inanılmaz bir acıyla yüzleştikleri sahnelere odaklanıyor. 5.bölümde işsiz kalan Gwang Shik'in solup gitmesini izliyoruz. Bilenler bilir çalışkan bir adam evde durdukça kendini kötü hisseder. Kaldı ki burada karısı ikinci çocuklarına hamile. Karısı durumu başına kakmayıp destek olduğunda dahi çalışmazsam ailemiz aç kalır demesi...Var ya izlerken adamın çaresizliğine o kadar üzüldüm ki. Taşı versek suyunu çıkaracak adam ama bulamıyor düzgün bir iş ve gözümüzün önünde solup gidiyordu. Bo Gum'un melankolik bakan gözlerine zaafımız var zaten. Bu sahnede omuzlarındaki ev geçindirme yükünü yerine getiremeyişinin üzüntüsünü çok güzel yansıttı.
Sonra gece yatarken Ae Sun'un bir an önce yaşlanıp bu zor yetişkinlik sancılarını atlatmak istediği sahne... O kadar derinlikli bir konuşmaydı ki bu. Şahsen ben de gençken 27 yaşımda hayatta çoğu şeyi elde etmiş olacağımı, bütün sorunlarımı çözmüş olacağımı sanardım. Ve gerçekten yetişkin değilmişim ama öyle görünüyormuşum gibi hissediyorum. Sanki herkes yetişkin olmanın sorumluluklarını çok iyi yerine getiriyormuş da ben böyle kalmışım gibi. Eminim pek çok kişi Ae Sun'un bu sözlerinde bir nebze de olsa kendini bulmuştur. O değil de Ae Sun böyle hissettiğinde en azından onun sırtını okşayan bir Gwang Shik var, biz de o da yok be bacım kendi kendimize ağlıyoruz. Kocan olay boşver be knk :)
![]() |
Buna çok güldüm ya Allah affetsin |
Sonra Ae Sun'a babannesinin tekne almaları için para verdiği kısım var ki izlerken zırıl zırıl ağladım. Annesi ölmeden kızım fırtınalara bile dayanabilir ama bir gün sana gelirse artık dayanamamıştır, ona yardım et diye anlaşma yaptığı sahne çok duygusaldı. Çocuklarından ayrılmanın acısını taşıyan iki annenin aralarındaki duygusal anlaşma gün geldi Ae Sun'un hayatını kurtardı. Babannesinin evlat acısından bahsettiği sahne zaten gelecek bölüm hakkında bize kötü sinyaller verilmek içinmiş.
Gwang Shik tekne kaptanı olduktan sonra annesinin meydanda yaptığı şova sinir oldum. Bu çocuklar açken neredeydin, ne sağladın da bir de tekneyi de oğlu sayesinde almışlar gibi gururlanıyor. Ama Ae Sun iyi laf çaktı orada benim sayemde diyerek. Çeyiz bile getirmedi diye aşağıladıkları o yetim kız sayesinde oğlu tekne kaptanı oldu. Yalnız o sırada Gwang Shik'in Ae Sun'a hayran hayran bakışları...Ya bir de şuna çok güldüm en büyük kaynana senin gelinin benimkinden iyi diye Gwang Shik'in annesine laf sokup duruyordu ya benim oğlum da senin oğlundan iyi diye ne güzel cevap verdi. Gerçekten bir evdeki koca veya baba faktörü o kadar önemli ki her şeyi değiştirir.
Başlarda büyük sıkıntı çeken çiftimizin tekneden sonra işleri büyütüyor ve Gwang Shik Ae Sun'a sürpriz yaparak annesinin evini alıyor. Sanki ben ev almışım gibi sevindim ya o derece. Ae Sun'un ilk defa bir evim oldu, bu zamana kadar her yerde geçiciydim diyerek mutluluktan ağlaması beni de ağlattı. Bunlar mutlu olduğunda bile mutluluktan ağlattılar beni ya. O evde çekildikleri mutlu aile pozundan sonra ben bir korkmaya başladım bu arada çünkü malum hikayenin ilerlemesi için bir şey olması gerekiyordu. 5. bölümde evli mutlu çocuklu olan kaç dizi karakteri var ki sonuçta?
Yine diziden öğrendiğim bir tarihi gerçek tekneye kadınların binmesinin uğursuzluk getirdiğine inanılmasıydı. Kızı gemiye binerken onu engellerken inanışının saçma olduğunu fark edip gemiye biniyor ve tekneye üç çocuğunun isminden oluşan GeumEunDong adını veriyor. Yalnız çocukların adlarının anlamı sırasıyla Altın Gümüş Bronz anlamına geliyormuş. Myeong da parlaklık anlamına geliyormuş. -Bu kız sizin için daha ne yapsın Korece dil desteği bile var- İkinci ve üçüncü çocuğa cidden biraz ayıp olmuş. Zaten hep kızlarına ayrıcalıklı davranmışlardı. Neyse tekne sahnesinde bu ailenin mutluluklarını izlemek yine çok mutluluk verici bir sahneydi.
Bir de şuna parantez açmadan geçemeyeceğim hem ev hem de tekne sahnesinde Gwang Shik'in karısına "Mutlu musun?"diye sorması çok güzel bir detay. (Nomu çua= Yeni Korece dil kilidi açıldı.) Adam zaten hayatı boyunca karısını mutlu etmeye adadı kendisini. Benzer her sahnede pamuk şeker gibi olduk ya.
Ae Sun ve Gwang Shik'in hayatlarını değiştiren ve ömür boyu sürecek olan bir acıya mahkum eden o sahne dizinin de bence en etkileyici sahnesiydi. Bir de çocuğun ölmeden önce annesine ağlayarak bana sarıl demesi ve o sarılmanın bu şekilde olması resmen içimizi daha çok acıtmak için konulmuş bir detaydı. Eğer her yerde dolanan dizi kesitlerinden daha önce olacaklara hazırlıklı olmasam daha çok etkilenebilirdim ki ne olacağını bilsem de şu replik beni mahvetti:
"Dünyalarının alt üst olduğu gün ilk defa Çelik Yürek yıkıldı. Bir babanın acı feryatları dalga seslerini bastırdı."
Dünyada her şeye göğüs gerebilen Çelik Yürek'in bile çaresiz kaldığı anlar vardır. O yere diz çöküş, o ağlama, o haykırış... Çok etkileyiciydi. IU da iyi oynadı ama ona bu sahnede ona düşen inkar etme ve donma tepkisi olduğu için öne çıkan Bo Gum oldu. Bir babanın acısını bu kadar iyi oynayabileceğini bilemezdim şahsen. Şu fotoğrafa bakın, fotoğrafın acısı var resmen. Bir oyuncu olarak inanılmaz devleşti bu sahnede.
Daha sonra anne baba olarak onların girdiği küçük bir depresyon süreci izliyoruz. Ta ki iki çocukları daha olduğu ve hayatın devam etmesi gerektiği gerçeğiyle yüzleşmelerine denk. Bu sahne benim açımdan çok beklenmedikti. Özellikle Eun Myeong'un annesiyle konuşmama sebebinin kardeşim benim yüzümden öldüğü için bana kızgınsın demesi bir anda sanki daha fazlası mümkünmüş gibi daha fazla içimi acıttı. Kızlarının da keza babasıyla kardeşim benim yüzümden öldü konuşması ve gerçekçi ağlaması içimi deldi. Çocuk oyuncular bile aşırı iyi oynadı ya duyguyu geçirmede gerçekten çok başarılılardı.
Peki Ae Sun'un denizle imtihanı ne olacak dedim izlerken. Dizide kötü adam yok ama deniz varmış zaten. Annesini, babasını ve oğlunu hep deniz sebepli kaybetti. Bir yandan da o nefret ettiği deniz olmasa geçimini sağlayamayacak. Dalgalarına bile baktığında kızın midesinin bulanması repliğinde benim bile denize kurulasım geldi. Çocukların kendini suçladığı sahnelerden sonra Ae Sun'un kendini oğlunun ölümünden sorumlu tuttuğunu görüyoruz. Ona göre de çocuklarını hava nasıl olursa olsun babalarının geri döneceğini söylediği yerde babalarını bekledikleri için oğlunun başına bu gelmiş. Sanırım bahsettiği bu sahnede diğer partlarda flashback olarak veriliyor. Yanılmıyorsam o sahne şu anda verildi.
Bu sahneyi görünce kalbim yumuş yumuş oldu. Ne acıdır ki ileride bir annenin onları orada babalarını karşılamak için bekletmesi kendini suçlamasına sebep olacakmış. O sırada Gwan Shik'in gözyaşlarını karısından saklamak için başını çevirmesi, çocukları kurtaralım bari demesi, ailemizden kimsenin suçu yok dese de asıl kendini suçlaması... Kendini suçladığı halde karısı üzülmesin diye içi içini yiyen düşünceyi 30 sene kendine saklamış. Aileyi kurtarma ve ayakta tutma görevini sessizce üstlendi. Çok acıyorum ona ya. Çelik de olsa seninki de kalp be adam.
Hastahanede narkozun etkisindeyken sayıklamasa karısı yine bilmeyecek. Yıllar sonra çocuklarının mezarında konuşurlarken hissettikleri suçluluk duygularının özlemden ağır basmasından dolayı Dong Myeong'u kendi aralarında bile anamadıklarını anlıyoruz. Ae Sun mezarda ağlarken Gwan Shik ona gözükmeden ağacın arkasında ağlıyor sessizce. Bakın bir daha söylüyorum bu karakterin acısı benim içimi dışıma çıkarttı.
Bu bölüm kendi iyilikleri sayesinde etraflarındaki insanlara da iyilik bulaştırdıklarını görüyoruz. Düşünün ki Ae Sun'u evde istemeyen üvey annesi bile gizlice üç aylık kirasını ödemiş. En beklemediğim kişilerden biriydi gerçekten. Çocuklarını kaybetmeden önceki açlık dönemlerinde de yaşlı ev sahiplerinin inceliği karşısında da eridim. Özellikle her gün belli olmayacak kadar küpe pirinç eklemesi harika bir detaydı. Bizdeki alan el veren eli bilmeyecek detayına benziyordu. Yas süreçlerinde komşularının eve yemek getirmeleri de yine bizim kültüre çok benzeyen detaylardı. Ben de yas sürecinde geçmiş bir ailenin çocuğu olarak gerçekten etrafınızdaki insanların tutumu birçok şeyi değiştirebilir. Her ne kadar bu ince düşünceli adetlerimiz unutulmaya yüz tutmuş olsa da belki bu tarz bir sahneyle canlanmış olabilir, o yüzden iyiki senaryoya böyle bir detay eklenmiş.
"Anne babanın erdemi çocuklarına sirayet eder."
Bu diziden pek çok ders çıkarılabilir ama bir tanesi de yeri gelmişken söyleyeyim: Yaptığın iyiliğin sana ne zaman geri döneceğini bilemezsin. Ae Sun ve Gwan Shik kendilerini dolandıran motelde kalan bir kadını uyarmışlardı. O kadın yıllar sonra geldi, onların kızı olduğunu anlayınca kendi de bir iyilik yapıp kızlarının hırsızlıktan haksız yere suçlanmasını önledi. İyilik gerçekten de bulaşıcı bir şey arkadaşlar. Bakın ben geçen çekmecemi açtım ve yün çorap gördüm ve aklıma camiden dönen dedemin bana o çorapları hediye edişi geldi ve ruhuna hiç aklımda yokken bir Fatiha okudum. İnsanın yaptığı iyilik mezarda bile onu bulabilir arkadaşlar. Büyük küçük demeden iyilik yapalım. Bu da böyle bir teşvik olsun.
"Aileler çocuklarının kırıldığı anı hiç bilmez. Fark ederlerse çocuklarını korumaya çalışırlar. Tanrı öğrenmelerini engeller. Kalbi kırılmadan büyüyen çocuk yoktur. Çocuğunun kalbinin kırıldığını öğrenirse babanın da kalbi kırılacaktır. Çocuk yaralarını anlatmaz."
Artık Gwan Shik'in orta yaşlı hallerini daha çok görüyoruz. Ve konunu ekseni biraz daha Geum Myeong'a kayıyor. Aslında ebeveynlerine karşı oldukça mahcup, onların kendi eğitim masrafları yüzünden fakir kaldıklarını biliyor ama yine de bunu öfke şeklinde karşı tarafa yansıtıyor. Söylemek istemediği şeyler çıkıyor ağzından. Babasının onu sabahtan akşama kadar beklemesi, yine ve yine yemeğinin en güzel kısmını ona vermesi, kızı için ne istersen yap ben desteklerim demesi Geum Myeong'u ağlatacak kadar acıtıyor. Buradaki handikap da çok üzücü: Anne baba ne yapsa da çocuklarına yetmeyecek gibi hissediyor. Çocuk ise kendine yapılan fedakarlıkları asla ödeyemeyeceğinin bilincinde üzerinde yük hissediyor.
Ama özellikle babasının eve dönerken kızına el sallaması ve kızının küçüklüğündeki gibi görmesi o kadar güzel bir detaydı ki. Zaten o küçük oyuncunun ben sevimliliğine eriyorum bilyorsunuz. Yine onun babası balığa çıktığı zamanlarda olduğu gibi minnoş minnoş el sallaması bana her seferinde "Ah kalbim" dedirtiyor.😭
"İyi kalpli bir anne iyi kalpli bir kız doğurdu.Birbirlerini seviyorlardı, düşkünlerdi birbirlerine. Ama birbirlerini kırıyorlardı."
"Başkalarına göre aşk mektubu yazar gibiydim. Ağzımdan çıkan her kelimeye dikkat ediyordum. Fakat bütün hayatımı borçlu olduğum kişiye müsvedde gibi davranıp sert çıktım.S özlerime de hislerime de hiç dikkat etmemiştim."
Şu sözlerde o kadar kendimi buldum ki. Annemle ilişkime kuşbakışı uzaktan bakmak gibiydi. Ya dışarıdaki asla hak etmeyen insanlara bile anlayışla yaklaşıyorum ama anneme...Bir evlat olarak kendi nankörlüğümle yüzleştirdi beni bu sahneler. Tokat yemiş gibi hissettim. Yani bu kadın seni seviyor, senin için bu kadar fedakarlık yapıyor da sen niye böyle kalp kırıcı konuşuyorsun? Ben bu diziden sonra anneme karşı daha anlayışlı olma kararı aldım.
"Annesini geride bıraktı. Kendi gençliğini geride bıraktı. Dong Myeong'u geride bıraktı. Özlem duyduğu herkesi geride bıraktı."
Bir de kızları yurt dışında eğitim alsın diye aile yadigarı evi bırakıp Seul'e gelmeleri o kadar tanıdık geldi ki. Yabancılık çektikleri bir eve taşınmaları yüreğimi burktu. Atandığım zaman başka bir şehirde ev tuttuğumuz akşam ev boşken balkona çıktığımızda benimle o yeni bir yere gelen annemin iç çekişleri geldi aklıma. Aslında o da bir garip ve üzgün hissediyordu ama bana çaktırmamaya çalışıyordu. Anneler, canım annelerimiz...
"Annem hayallerini bana devretti. Çok ağırlardı. Kor gibi sıcaklardı."
"Bakıyorum da insanın çocuğu yükselince , kendi de sanki yükselmiş oluyor."
Vol 3: Sonbahar
![]() |
Fotoğtafta tek gülenin adamın annesi olması detayı... |

Ayrıldıkları sahne aşırı duygusaldı, kızımızın yelkenleri suya indirmemesi çok zordu valla ben bile o zalim anasının yaptıklarını unutup aman barışın neyse ya moduna geldim. Arkadaşımla konuştum bu sahneyi de ben olsam barışırdım herhalde dedi. Yani zor bir durum büyük konuşmamak lazım ama dizi işte kızımız böyle birini kaybetse de yine kendisini çok seven birini buldu. Senarist, gerçekçilik kısmının faturasını Yeong Beom üzerinden kesip bir daha mutluluğu buldurmamış.
Aşk acısı çeken Geum Myeong çareyi ailesinin yanına gitmekte buluyor ve orada ona tabiki de prensesler gibi bakıyorlar. "Hem rahatsız hem rahat olduğum o kalede kış uykusuna yatan bir ayı gibi güzelce uyuyup güç kazandım." Bu yaşandı bu arada, aile evi bu kadar güzel anlatılabilirdi.
Bu arada kızın babasıyla teknede gün doğumunu izlemeye gitmesi inanılmaz tatlı bir sahneydi. Gwan Shik'le Ae Sun ne zaman kızlarına karşı zengin olmadıkları için mahcup hissetseler ben Geum Myeong'a biraz sinirleniyordum. Çünkü asıl zenginlik böyle içten içe sürekli seni düşünüp hayatını sana feda edebilecek yürekte anne babaya sahip olmaktır. Teknede Gwan Shik yine kendilerini kızlarına karşı suçluluk psikolojisine sokunca bir gözlerimi devirdim. Neyseki Geum Myeong seni dünyanın en zengin adamına değişmem dedi de bir rahatladım. Sonlara doğru sürekli üzmeyin şu babanızı yeter artık o da bir insan çelikten de olsa modundaydım. Bu tekne sahnesi kızın babasının kıymetini daha fazla anladığı için içime su serpti.
Peki bu tekneden baba kız el ele eve giderken Sang Gil'in görüp kendi aile babalığını sorgulaması? Şu kötü adamın bile karakter gelişimini o kadar güzel yaptılar ki yani izleme zevki veren bir kısım oldu.
"Hayat her mevsim vedalarla dolu. Hiç gelen yok, insanlar birbiri ardına gidiyor."
"Hayat sofrasına hep birlikte otursak da zamanı gelen kalkıp gidiyordu."
Bu dizide en sevdiğim şeylerden biri de Dong Myeong'un kaybını oldu bitti şeklinde göstermeyip aileyi nasıl etkilediğini uzun bir sürece yayarak anlatmalarıydı. Mesela tam o meselenin üstü kapandı sanarken Ae Sun, halmonisinin doğum gününe gidiyor. Halmoni çoğu şeyi unutmuşken Ae Sun'u görünce "Han Gyu'nun kızı" diyerek hatırlaması iç burkuyor. O zavallım kadının da yıllar geçmesine rağmen hala evladının evladına yeterince göz kulak olamamanın vicdan azabı vardı. Amcasının Ae Sun'un yemesinden kestiği zamanlar kendi balıklarını ona verdiğini de arada geçen bir replikle anlıyoruz.- ki ben bu detaya yer verilmeyen süreçte halmoniye buna nasıl izin vermiş diye kızgındım-
Halmoninin torununa ne hissettiğini, onun adını haykırarak bağıra bağıra ağlamak istediğini ama hayatı boyunca içine attıktan sonra adını bile anmanın zor geldiğini söylediği sahnede benim gözyaşı çeşmeleri yine açıldı. Hatta bu yorumu yazmak için sahneyi açıp tekrar izlerken hesapta yokken yine ağlarken buldum kendimi. Yine Allah kahretmesin ki kendi ailemdeki konuşulmayan yasa benzettim bunu. Halmoninin sözleri tam kalbimin ortasından vurdu en savunmasız yerimden. Öldüğü zaman Ae Sun'un annesiyle olan konuşmasına da bir posta daha ağladım. O Ae Sun'a sarıkuyruk balığı yedirmeyen amcasını bile yüzde yüz kötü yapmayıp bir tık vicdanlı yapmalarına da ağladım. Ağladım da ağladım anlayacağınız.
Vol 4: Kış
"Yetişkin insanlar gibi çıktık, çocuksu bir aşk değildi artık. "
Geum Myeong'un ilk aşkından farklı olarak daha aklı başına bir ilişkiye başlamasına seyirci olarak sürekli karşılaştırma yaptım. Kim Seon Ho'nun o berbat Picasso stilinin değişip normal bir insan evladı gibi gözükmesine sevindim. Kızı içten içe sevdi, rahatsızlık vermedi. Ayrıldığını da anlayınca nazikçe kendine bir şans vermesini istedi. O çıktıkları ilk datede yemin ediyorum ben gerildim. Sahnenin garip bir tansiyonu vardı. Adam garibim kız ona yakınlaşınca nasıl da sevindi ya, nasıl heyecan yaptı. O an ben bunlara onay verdim, gitti. Ha bana soracak olursanız bu ilişkinin en çok seveni de adam oldu. Aman zaten diğeriyle evlense o büyük tutkulu aşkı da sıradanlaşacaktı. Bunun en azından annesi gelini olarak değil kızı olarak görüyor, çok seviyordu. Ya bir de aşk neden sadece aşırı heyecan gibi algılanıyor ki bazen aşk evde hissetmek, anlaşıldığını hissetmek, güvende ve nazik hissetmektir bence ki bunu sağlayabilecek sağlıklı bir ilişkisi olmuş oldu artık.
Ya tam diyorum artık bu dizi beni daha fazla ağlatamaz. Sonra o düğündeki baba kız sahnesi yine gözümde yaş bırakmadı. Bu arada ben normalde gelinlerin evden çıkma anlarında da düğün evlerinde ağlayan biriyim. Bu tarz anlar bizim kültürde de yaşanıyor malumunuz. Ama dizide geçmişe götürüldüğümüz sahnelerle ve aşırı duygusal sözlerle birlikte ekstra duygulandım. Babası koluna girip yürümeden önce "Eminsin değil mi? Eğer istemiyorsan vazgeçip bana dönebilirsin, tamam mı?" diyince başladık yine ağlamaya. Ve sonra hani küçüklüğünden beri babasının her olayda istemiyorsan yapma diye ona güvenli bir liman sunduğu sahneler üstümüze boca edilince daha da ağladım. Bu gerçekten de bir babanın kızına sunabileceği en değerli şeylerden biri. Yalnız oyuncuların yönetmenle olan tepki videolarında bu sahneyi izlerken Bo Gum'un da gözleri doluyor ya çok temiz kalpli geliyor bu adam bana zaten.
![]() |
Babasının kızının küçüklüğü gözünün önüne geldiği sahnelerde de içimiz dışımıza çıktı |
![]() |
Kuğu gibi olmak deyimi görsele dönüşseydi |
Bu arada yine röportajda IU gelinliğinden ve makyajından bahsediyor. Eski moda olması için çok uğraşmışlar da falan, yönetmen de bence gayet güzeldi diyor. Valla ben yönetmenle aynı kafadayım çok güzeldi makyajı, nesi demode bunun? Ha bir tek ruju demode. Allah aşkına takma kirpiğe bile laf ediyor ki güzelliğine güzellik katmış o kirpik. -oldukça doğal bir takma kirpik, ben rimel sanmıştım- Tüm kostüm ekibi de "bayağı" bulmuş yaptıkları şeyi. Ben yönetmenle aynı bakış açısındayım, abartılı duvağı ve karpuz kolu çıkar günümüz gelinleri gibi işte. Ya bu durumlarda da dizi şunu çok güzel gösteriyor bu arada. Evlendiğin zaman dönemin modasına uymayacaksın, zamansız bir parça seçeceksin. Yıllar sonra Ae Sun şapkasına bakıp pişman olmuştur mesela. Diziye bakın arkadaş şu detaya bile dokundurma yapmış onca konunun içinde :)
Daha sonra ortaya ihmal edilmiş ortanca çocuk sendromu çıkıyor. Bu arada çocuk çok büyük bir kısmında söylediklerinde haklıydı. Varsa yoksa kızlarıydı. Çocuk ne yaparsa yapsın ablası gibi çalışkan olamadığı için -o da babasına çekmiş olamaz mı kardeşim- hep ikinci plana atıldı. E bir tek büyük ablanın mı hayalleri vardı? Sanki ailenin kurtarıcısı bir bu kız mıydı? Sonradan senaryoda aslında bu çocuk da seviliyordu, bakın şimdi anne babası onun için ne fedakarlıklar yapılıyor diye gösterildi. Amma velakin çocuk hapise girmese ve yıllardır içinde biriktirdiği şeyleri saymasa yine aynı tas aynı hamam devam edecekti.
Aslında burada çok güzel bir flashback sahnesi var: Ae Sun çocuğa hamileyken Gwan Shik'e ben anne babalık doğru dürüst görmedim, ne yapacağımı bilmiyorum, umarım çocuk da yara açmam diyordu. Bu noktada da insanın dili mühürleniyor işte. Gerçekten o zamanlarda çevrende de iyi bir örnek yok, açıp izleyebileceğin ve örnek alabileceğin bir dizi film yok, annelik üzerine kitap yok. Yani vardır da erişim yok veya sınırlı. Onlar da hayatlarında ilk kez ana baba oluyorlar ve kimsenin ana babalığı da ne kadar uğraşırsa uğraşşın kusursuz değil, bir yerde çocukta bir travma bırakması kaçınılmaz. İnsanız neticede robot değil. Ama yine de bu çocuğun hakkı yendi. Ablasıyla ve ölen kardeşimin hayaleti arasında sıkışıp kaldı. Kendini ispat etme çabası onu geldi ne hallere soktu.
Gwan Shik'in para için teknesini sattığı sahne de çok çok duygusaldı. Teknesini toplarken otomobille ilgili dergiler görüyoruz. Ve dizinin sonunda da bir Jeep'i olsun istediğini fark ediyoruz. Çocuklarının, karısının hayallerini gerçekleştirmesi için çalışıp didinen adamın aslında hayalleri yokmuş gibi izledik bunca zaman. Sanki tek bildiği şey çalışıp para kazanmakmış gibi. Çok hüzünlü bir detay bu. Üç çocuğunu büyüttüğü, hayatının 20 senesini geçirdiği, hayatlarında dönüm noktası olmuş teknesini ihtiyacı olan çocuklarını bu tekneden kazanacakları parayla büyütecek olan genç bir aileye vermesi bir nebze burukluğumuzu aldı.
Geum Myeong'un ailesi için borç istedikten sonra evde annesiyle evin büyük kızı olduğu için triplere girip bağırması beni kıza karşı sinirlendirdi. Bir yandan da kendimi kamerada böyle izlesem kendime de çok kızacağımı düşündüm. Gerçekten bazen istemeden söylemek istediklerim fazla kırıcı olabiliyor. Burada da onu kendine getiren babasının ilk kez ona bağırarak kızması. Bağırarak dediysek de sadece adını. Nasıl bir babaysa artık o bile kızını nasıl yaraladı düşünün. Daha sonra Ae Sun'un menopoz döneminde olduğundan hormonlarının etkisiyle sinirli olduğunu anlıyoruz.Yine de annelik hormonları onu yalnız bırakmıyor.O durumda bile kızıyla empati kuruyor. O durumda bile onun için yaptığı yemekleri kızı götürmedi diye üzülüyor.
"- Büyük çocuk olmak benim için de zordu. Kızımız da aynı durumda.
-Sen onu 18 yaşında doğurdun. Onun yaşına geldiğinde iki çocuk büyütüyordun.Bir çocuğu kalbine gömüp sokak satıcılığına başladın.Kimse senin yaptığını yapamaz. Kimse yapamaz."
Beni İnstagram'da da takip etmek isterseniz şuraya tıklayın.
Evet, limitleri zorlamayalım. Bugünlük de benden bu kadar. Kendinize iyi bakın. Yorumlarınızı bekliyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder