27 Eylül 2021 Pazartesi

Öğretmenliğin İlk Yılı | Nasıl Bir His?

 


 Selam arkadaşlar,

 Aktifliğimle sizi şaşırttığımın farkındayım ama sorumluluklarımdan kaçmak için kendime türlü işler üretip vicdan azabı çekme challenge yapıyorum da sizle bir alakası yok yani. Bu yazıyı ne zamandır yazacağım ama dedim ki dur daha tam bir yıl olmadı, bir yıl oldu hala yazmadım. Sonra baktım 2.seneye başladım gidiyorum. Neyse yazayım bari dedim.

Evet, konumuza geçelim : Öğretmen olmak nasıl bir his?

  Öğretmen olmadan yani öğrenciyken kafamda bir öğretmen algısı vardı. Ben gerçekten öğretmen konusunda şanslı bir insandım. Bana travma yaşatacak, nefret ettiğim hiçbir öğretmenim olmadı. Öğretmenleri daha çok dersini çok sevdiğim, orta sevdiğim ve sıkıcı bulduklarım olarak ayırırdım. Küçükken öğretmenler gözümde üst bir noktadaydılar genellikle. . Sanki senin benim gibi insan değildirler de markette alışveriş yaparken bile görsem şaşırırdım. Hele lisede her öğretmenin kombinini inceler sıra arkadaşımla yorum falan yapardık. Hey Allahım ne günlerdi? Şimdi de aynılarını kendi öğrencilerim bana yapıyor. Geçmişe baktığımda şunu fark ediyorum ki öğrenciler için öğretmenler hayatlarını merak ettikleri bir ünlü gibi oluyorlar. Hakkında yeni bir bilgi öğrenildiği zaman kulaktan kulağa yayılıyordu. Şimdi ise şunu fark ediyorum ki bu kadar abartılacak bir şey yokmuş. Hepsi senin benim gibi insanlarmış ama o yaşta onu anlayamıyorsun, sorun orada işte. 

  Ben lisedeyken arkadaşlara sınav öncesi konuyu anlatırdım. Etrafımda çember olurlardı, ben de onları çalıştırırdım ve onlara anlatırken daha iyi anlardım konuyu. En yakın arkadaşlarımdan biri bana sürekli " Sen öğretmen olacaksın." derdi. Ben de " Ya sus, hayır yaa, söyleme öyle." derdim. Sürekli söylediği için gerçekleşmesinden korkardım. E bize okulda ne empoze ediyorlar, Sayısalsan ya doktor ya mühendis. Sanki başka meslek yok gibi. Üniversiteden bölüm arkadaşım dershanedeki rehber hocasına öğretmenlik yazacağını söylediğinde hocası ona " Okumuş bir ev hanımı olmak istiyorsan yaz tabi" demiş. İşte mantık, zihniyet bu! Halbuki çok yanlış. Ben ne insanlar biliyorum dandik görülen 2 yıllık bölümlerden mezun olup çok iyi maaşlı iş bulan. Bu bir nasip işidir.  Yani diyeceğim o ki elalem ne derse desin siz kendiniz için uygun mesleği seçin.  Ha sadece mantıkla seçim yapılmaz sadece hislere dayanarak da. İkisinin ortasını bulup bir meslek seçimi yapmanız lazım. 

  Neyse kendi öğretmenliğine gelecek olursam.

  İlk öğretmenlik senem biraz zordu. Atandığımda okullar kapalıydı ve uzaktan eğitime geçilmişti. Coronanın ilk çıktığı zamanları bilirsiniz, millet korkudan ekmeğini bile evde yapıyordu. Gelecek belirsizdi ve dünyanın sonu gelmiş gibi bir endişe içindeydi çoğumuz. İşte böyle bir dönemde ilk öğretmenliğimin tam da acemi olduğum zamana denk gelmesi biraz kötü oldu. Ha avantajlı yönleri yok muydu, vardı. Ve sadece bir tane sekizinci sınıfım olduğu ve okul sadece belli dönemlerde onlara özel açıldığı için okula haftada birkaç kez gidiyordum gerisini uzaktan eğitimle veriyordum. Gittiğimde de sınıflar ikiye bölünüyordu. Dersler 30 dk'ydı. Yani ben öğretmenliğin ilk senesini sanki bir simülasyonda veriyordum. Ama uzaktan eğitime rağmen çocuklara kendimi sevdirmeyi başarmıştım. İnternetten tanışıp arkadaş olmuş gibiydik ve okulların açılıp da yüzyüze beni görecekleri zamanı iple çekiyordu öğrenciler. Ben de onları merak ediyordum ne yalan söyleyeyim. Şu an 2.senemin başlarındayım ve normal bir öğretmenliği deneyimliyorum ve şunu fark ettim ki uzaktan eğitimle o kadar bambaşkaymış ki. Neyse bunlara aşama aşama değineceğim. 

 Bir kere yaş mevzusundan başlayayım. Hepimizin malumu yeni atanan öğretmenlerin çoğu doğuya atanır. Batıya daha çok yıllardır çalışıp il dışı tayin hakkı kazanan öğretmenler gelir ve evlerine yakın bir yer tutup orada mesleğine devam eder. Ben KPSS'de derece yaptığım için çok sınırlı sayıda açılan batıya atandım. Hal böyle olunca okulun en genç öğretmeni de ben oldum. Okuldakiler bile şaşkındı  oraya gelmeme. Okula 97'li hoca gelmiş diye konuşmuşlar kendi aralarında ki ben bu detayı da çok sonradan öğrendim.  

  Bu benim için hem bir avantaj hem de bir dezavantaj. Neden diyecek olursanız, önce avantajlarından bahsedeyim. 

  Ben okuldaki en genç öğretmen olduğum için öğrenciler çok şaşırıyor öğretmen olmama.  Beni öğrenci sanan öğrencilerim oldu size öyle söyleyeyim. Hatta bununla ilgili çok komik olaylar yaşadım. Bir kere bir çocuk ben koridorda nöbet tutarken takıldı peşime illa yaşınızı söyleyin diye yalvardı durdu teneffüs boyunca.  Bir keresinde bir öğrencim"Sen öğretmen misin" dedi. - evet yüzüme karşı- Sonra verdiğim cevap onu tatmin etmemiş olacak ki arkadaşına dönüp " Bu öğretmen mi?" diye sordu. - evet bana "bu" dedi. -  Arkadaşı da enseden bir tane şaplak atıp "Siz diyeceksin." diye uyarmıştı. Dersine girmediğim öğrenciler beni tanımadıkları için bir şey diyecekleri zaman bana "Abla" diyorlar.  Öğrencileri geçtim hocalar bile. Bir kere başka bir hoca sınıfta ben varken beni fark etmeyip gelip sınıfa uyarı yapmıştı, sonra o da mahcup olup kusura bakma falan demişti. Yine başka bir hoca "Hocam ben seni koridorda falan görünce öğrenci sanıyorum, kızım diye seslenecekken son anda fark ediyorum." dedi. Genellikle 18-19 yaşında gösterdiğimi düşünüyorlar ama abartıyorlar bence birazcık. Ama bakmayın böyle anlattığıma siz. Bu durum hoşuma gitmiyor mu? Of evet hem de çok hoşuma gidiyor. Okulda bir havam var çünkü hahahjaja. En genç benim anladınız mı en genç ben.  

  Verilen tavsiyeleri göz önünde bulundurup temkinli olmak da fayda var diyip çocuklara yaşımı yıl sonunda söyleme kararı almıştım. Ama tabi genç olduğumu anlıyorlar, bariz belli yani. Hangi sınıfa girsem aldığım ilk soru " Hocam kaç yaşındasınız?" Beni stajyer falan da sananlar olmuş. Buna rağmen mesela bir öğrencim ne zaman sınıfa gelsem kapıyı bana açar, abartılı bir şekilde reverans yapardı içimden çok gülerdim. Bir hoca bana öğrencilere sakın 97'li olduğunu söyleme yoksa seni kaale almazlar minvalinde bir şey demişti ama çocuklar sırf yaşım genç olduğu için bile beni seviyorlar, çünkü genç ve dinamik bir öğretmen görmeyeli yıllar olmuş. Kaale almama durumunu merak ediyorsanız da öyle bir davranışla karşılaşmadım. Tam tersi çocuklar genç olduğum için bana ayrı bir hayranlık besliyor bence. Bunu özellikle bazı öğrencilerde çok daha fazla gözlemliyorum. Derste hayran hayran bakan öğrenciler oluyor.

  Bu arada bence genç gözükmek güzeldir. Birkaç ay önce 24 yaşıma girdim ama içsel olarak bazen kendimi daha genç hissediyorum. Yani hissettiğim ve gösterdiğim yaşımın aynı olması hoşuma gider.  Ama beyaz önlüğü elimden geldiğince giymeye çalışıyorum ki öğrenci de zannetmesinler. Bu Z kuşağı dediğimiz yeni nesil, eski nesile göre de bence daha uzun boylu ve gelişmiş yapılı. Beni öğrenci sanmalarını da oradan anlıyorum. Ben ilk derse 8' lerin kurs dersi olarak girdim. Ve öğrencilerimle aramdaki yaş farkı 10'du. Sadece 10! Bildiğiniz ablaları yaşındaydım yani.   Ben onların dilinden anlıyorum onlar benim dilimden anlıyor. Daha çok arkadaş gibiydik. Yani bu arkadaşlığın da beni öğretmen olarak takmaları için bir sınırı olması gerekiyor. O sınırı korumaya çalıştım ama tecrübesizliğin ve acemiliğin getirileri olarak zorlandığım kısımlar elbetteki oldu. Ama ben çok da doğal buluyorum. Çünkü meslekte ilk yılım. Neredeyse bütün insanlar mesleklerinin ilk yılında bocalarlar ve kendilerini yetersiz hissedebilirler. Ve benim de yetersiz hissettiğim oldukça zaman oldu ama her seferinde kendimi "İlk senende böyle şeyler hissetmen çok normal, zamanla aşarsın bunları." diye teselli ettim.

  Aslında ben tam bir senelik bile öğretmen sayılmam. Çünkü çoğu uzaktan eğitimle geçti.  Yüzyüze verdiğim 8'lerin dersinde ise sınıflar ikiye bölünmüştü. O zaman iyi idare ediyordum. Şimdi 2.senenin başında olarak ne fark ettim var ya. EBA'da en beğendiğim sınıfı yüzyüze de beğenmedim. EBA'da beğenmediğim sınıfı ise yüz yüzede çok beğendim. Gerçekten uzaktan eğitimle yüz yüze eğitim bambaşkaymış. Şu an sınıflar 40 kişilik. Düşününce insanlar evde 1 çocuğuyla baş edemiyor. Ben orada 40 çocukla başbaşayım. Tabi her sınıf böyle değil ama özellikle şu an iki sınıfta ne yapacağım diye kara kara düşünüyorum. Birini sustursam öbürü, öbürü sussa diğeri başlıyordu. 40 kişiyi aynı anda kontrol edip dersi anlatmakta güçlük çekiyordum ama artık bir bağırmayla susturabilecek kıvama geldim. Önceden bağırmayı bilmiyordum. Anneme telefonda bunu anlattığımda evde nasıl bağırıyorsan öyle bağır, korkar susarlar dedi shshshhsh. Hakikaten evdeki kardeşime bağırır gibi bağırdım sustular. Canım annem ya bak görüyor musun uzaktan nasıl çözüm önerisi getirdi hemen olaya. 

  Önceden bağıramıyordum, kibarcık takılıyordum. İnanın idealist olmaya, sevgi böceği gibi davranmaya çalıştım ama çocuklar hemen bunu suistimal ediyor. Direkt sizi değerlendirip " Bu hoca yumuşak, ne yapsak da kızmaz zaten, en fazla uyarır." mantığıyla dersin akışını bozacak hareketler yapmaya başlıyor. Tabi dersi de sürekli bağırıp Gestapo gibi işlemiyorum. Mizacıma çok aykırı böyle olmak. Gerekli yerde sınıfta espri yapıp eğlence de katıyorum. Öbür türlü kendim de dersi anlatırken sıkılırdım. Yani sizin anlayacağınız sınıf yönetimi konusunda yeni yeni kendimi geliştiriyorum. Yeni yeni metotlar bulmaya çalışıyorum. E önceden Eba'da sesi kapata basarsın susardı, şimdi öyle bir şey yok ki hemen susturasın :)

 Bakın gerçekten teori ve pratik çok farklı şeyler. Bize eğitim fakültesinde okurken hocalar siz öğretmensiniz diyorlardı, mezun olup işsiz kalsanız bile öğretmensiniz diyorlardı. Ama o sınıf ortamı bambaşka arkadaşlar.  O bambaşka bir boyut. Bir anda bir sınıfa giriyorsun ve okulda öğrettiklerinin gerçek hayatta uygulamasının zor olduğunu anlıyorsun. Tek başınasın ve tüm öğrenciler senin ağzından çıkacak cümleleri bekliyor. Sen gelişim odaklı bir öğretmen olmak istiyorsun, çocuklar denetim odaklı korku kültürüyle yetişmiş. Seni birazcık yumuşak bulunca hemen dersin akışını bozacak davranışlarda bulunuyor ama  sözlü yapacağım ya da artı eksi vereceğim diyince çıtları çıkmıyor. Yani idealist olmaya çalışınca çocuklar beni yumuşak bulup sallamayabiliyor. Alışmışlar eski usüle. Öğrencilerdeki bu eski usül denetim odaklı korku kültürü kafasını yıkmak istiyorum ve inşallah birgün başarırım. Ama size bir şey diyim mi "Ay nasıl yapacağım, nasıl ders anlatacağım." diyordum ama sınıfa girince hepsi akışını buldu. Ve öğrencilerden aldığım geri dönütler beni o kadar mutlu etti ki:

" Hocam 5.sınıftan beri dersimize giren en iyi hocasınız." 

" Hocam seneye gitcek misiniz, lütfen gitmeyin. "

" Form dağıttılar en sevdiğim derse sizin dersinizi yazdım."

" Bu dersi hiç sevmezdim, sizinle sevdim." 

 "Dersi ilk kez anladım. " 

 "Okula yeni bir hoca gelmiş, bize giriyor çok iyi."  

 " Hocam X kişisi ilk kez sizin dersinizde tahtaya kalktı."

" Hocam Y kişisi derse çalışıp gelmiş, Y'ye ders çalıştıran ilk öğretmensiniz."


  Ben bu duygunun bu kadar mükemmel olduğunu bilmiyordum. Yani birilerine bir şey anlatıyorsun ve senin sayende bir şeyler öğreniyor. Böyle anlarda kendimi çok faydalı hissediyorum. İnsanın kendini işe yarar, başkalarının hayatını olumlu anlamda etkileyen biri olarak görmesi kendi açımdan konuşacak olursam beni manevi olarak çok tatmin ediyor. Mesela soyut bir konu var onu anlatıyorum. Sonra soru çözümüne geçiyoruz. Soruyu çözerken bilmiş bilmiş benim öğrettiğim kavramları kullanarak soruyu açıklıyorlar ya, hatta bazen ben dalgınlıkla hata yaptığımda beni uyarıyorlar ya işte o an... Tam o an " Şimdi bütün bunları benden mi öğrendiler?" diye bir aydınlanma anı yaşayıp mutlu oluyorum ki sormayın. Bir emek verdiğinde ve o emeğin karşılığını aldığında çok mutlu oluyorsun.

  Bir de şöyle bir sıkıntı var ki ben şu an yeni bir öğretmen olmam dolayısıyla fazla duyarlıyım. Yani bir öğrenci o gün bir güzel sözüyle benim tüm günümün güzel geçmesine sebep olabiliyor. Eve gidince bile aklıma geliyor bazı anlar, kendi kendime sırıtıyorum. Ama tam tersi mesela geçen bir sınıfa girdim ve o kadar çok konuştular ki sınıf yönetimini iyi sağlayamadığım için kendimi çok yetersiz hissettim ve tüm gün böyle hissettiğim için modum düşük gezdim. İşi eve taşıyorum anlayacağınız. Sınıfta olan sınıfta kalmıyor benim için. Kafamın içinde okuldaki anlar dönüyor sürekli. Ama bunu da yıllandıkça şimdiki kadar takmayacağımı düşünüyorum.

  Her gün birbirinden farklı yetişmiş yüzlerce öğrenci görüyorum ve beni gerçekten çok şaşırtan öğrenciler oluyor. 10 yaşındaki bir bebe kalbimi kırıp tüm günümün kötü geçmesine sebep olmuştu mesela. Hemen olayı anlatıyorum. Sınıfta sınıf başkanı seçimi yapıyorduk ve bir kız onu başkan seçmezsem bana beddua edeceğini söyledi. İlk başta kulaklarıma inanamadım ve " Ne?" dedim. Bir de kız bunun üstüne tehditkar bir beden dili kullanarak " Valla araba çarpsın derim" demesin mi? Arkadaşlar ben şok ben iptal. Kız daha beşinci sınıf ve bir haftadır tanışıyoruz. Hani bana bu kelimeyi sarf etcek ne bir kötü sözüm ne bir kızmam olmuştur ona karşı. Neymiş hanımefendi sınıf başkanı olmalıymış, yoksa hakkını yermişim. Ki o sırada sınıfta oylama yaptırıyorum neyin hakkını yemesi? Bu el kadar kız nasıl bir ortamda yetişmiş ki kendinden yaşça büyük birine hem de öğretmenine beddua etmeyi düşünüyor, diye düşünmeden edemedim. Hem de " Allah belanı versin" bile demek bile kesmiyor çocuğu, "Araba çarpsın." diye korkunç spesifik bir beddua seçmiş. Hemen ona bu düşüncesinin çok yanlış olduğunu, asıl böyle düşünmesini diğer arkadaşlarına haksızlık olduğunu, ağzını bedduaya alıştırmaması gerektiğini yoksa haksız bedduanın kendine döneceğini anlattım. Ama el kadar kız tüm günümü mahvetti. Bu kız nasıl böyle bir şey söyler, onun yaşında ben öğretmenime ne kadar saygı duyardım diye düşündüm. Çok içime oturdu o sözleri gerçekten. O çocuk bütün enerjimi aldı o gün. 

  Ama mesela tam tersi bir sözüyle tüm günümü güzelleştirenler de oluyor. Mesela geçen koridorda nöbetteyim. Hiç tanımadığım, dersine hiç girmediğim küçük bir kız geldi bana gözlerini kırpıştıra kırpıştıra dedi ki " Keşke bizim öğretmenimiz olsanız."

  Bir an şaşırıp kaldım ve dedim ki " Ama beni hiç tanımıyorsun ki. Belki de dersine girsem sevmeyeceksin." 

"Olsun ben biliyorum." 

"Nerden biliyorsun?" 

"Kalbimden."  

  Arkadaşlar ben bir eridim, bir eridim. Mesela eve geldim, yemek yapıyorum aklıma "Kalbimden." diyişi geliyor kendi kendime sırıtıyorum falan. Tüm günümü bir sözüyle güzelleştirdi kız. 

  "Nasıl bir öğretmenim olsun isterdim?" sorusunun cevabı şeklinde bir öğretmen olmaya çalışıyorum. Ablam da bir öğretmen olduğu için ondan da tavsiye alıyordum ama onun tavsiyeleri bile bazen bana uymuyor biliyor musunuz?  Ben de kendime has bir öğretmen olmaya karar verdim. Sınıfa girince başka bir karaktere bürünmek, kasıntı gibi olmak yerine yine kendim olarak ama biraz daha ölçülü davranmaya çalışıyorum. Bu yüzden öğrenciler bir olaya karşı tepkilerime bile gülebiliyor. Mesela bir keresinde derste kendimi aşırı kaptırmışım. Sınıfta da genelde iyi anlaştığım kız öğrenciler vardı. Ağzımdan genelde samimi arkadaşlarıma karşı kullandığım bir cümle çıktı. Bunu fark ettikten sonra sınıfla 3 saniye birbirimize bakakalıp sonra aralıksız bir gülme krizine girdik. Gülmekten ağladım arkadaşlar öyle söyleyeyim, hala unutamıyorum o anı. Belki size abes geliyor olabilir ama çok samimi bir andı, aramızdaki samimiyet güçlenmişti. 


  Saygınlık kazandım. Sokakta, markette, yolda karşılaşınca beni görüp " Hocam" diyip selam vermeleri falan aşırı iyi hissettiriyor ya. Bir kere markette öğrencimle karşılaşmıştım. Markette beni görünce, Hocam" diye bir bağırdı. Çocuk fır döndü etrafımda, neye bakmıştınız, verin ben taşıyım, kasada siz öne geçin falan. Ay dedim noluyoruz. Bir anda sıradan bir insanken çevresinden saygı ve sevgi gören bir insana dönüştüm. Evim okula çok yakın bir konumda, dolayısıyla öğrencilerin de oturduğu bir konumda bulunuyorum. Sürekli okuldan birileriyle karşılaşıp selamlaşıyoruz. Özellikle ikinci senenin başında yüzleri ve isimleri hatırlamakta güçlük çekiyordum. Sokakta beni görüp selam veriyorlar ve eğer tanımıyorsam tanımış gibi numara yapıyordum ki kalbi kırılmasın. Sokakta yürürken kendimi ünlü biri gibi hissetmekten alıkoyamıyorum. Annemle bir gün bir yere gidecektik. İki kez öğrencilerimle karşılaştık, o da yanımdaydı şahit oldu. Annemin gözlerinde saygı görmemdeki gururu gördüm.  O bana nasıl da hoşuna gitti diye takılıyor ama benden çok annemin hoşuna gittiğini anlıyorum. Ama bunun şöyle bir dezavantajı var. Öğretmen kalıbından çıkamıyorsun. O kalıbın insana yüklediği bir rol model olma yükü var ve bazı hareketlerini kısıtlamana sebep oluyor. Ya en basiti şimdi ben markette öğrencilerimle karşılaşsam ve benim abur cubur aldığımı görseler " Bize sağlıklı beslenin diyen öğretmene bak." diyecekler gibi geliyor. Ve sanki her an kamerayla izleniyormuşsun gibi bir hissiyat içine giriyorsun. Çünkü okulun çevresi hep öğrencilerle dolu. 

  Ve dua almak mevzusuna gelelim. Bu çok özel bir his gerçekten. İşitme cihazının pili bittiği için duymayan çocuğun velisine ulaşmaya çalıştım diye bana " Allah razı olsun." diyip içten minnetini ifade etti. O" Allah razı olsun. " cümlesi benim için o kadar özeldi ki... Geçen yolda yürürken bir veliyle karşılaştık yine o da kızı beni sevmiş diye bana " Allah ayağınıza taş değdirmesin. " vb. gibi bir sürü ardı ardına dua etti. Dua almak gerçekten manevi anlamda beni çok tatmin ediyor ve mutlulukla doluyor içim. 

  Okuldaki tek derdim ne biliyor musunuz? Meslektaşlarımla çok samimi olamıyorum. Hepsi yıllardır o okulda kendi içlerinde gruplaşmışlar. Yaşları benden çok büyük. Çoğu evli çocuğu var. Çoğunun düşünme şekli benlik değil. Ortak nokta bulamıyorum yani. Bir masa düşünün doğum ve yenidoğan bebekleri konuşuluyor. Ben bu mevzunun neresine dahil olabilirim Allah aşkına?

  Çoğu da beni takmadı zaten ilk gittiğim günden beri. Özellikle birkaç hoca hariç şunu düşünüyorum: Bir "Hoşgeldiniz."demek çok mu zordu? Bir tanesi mesela bana dedi ki "Siz yeni mi geldiniz?" Evet dedim, sonra döndü önüne. Ben de bekliyorum ki hoşgeldiniz falan diyecek.  Markette karşılaşıyorum, yine tanımamış numaraları falan, sanki fark etmiyorum ben. Bu okula yer değiştirmeyle gelsem anlayacağım da hepsi biliyor ki ilk atamam. Ya insan bir ilgilenir, yardımcı olur, okulun işleyişini falan anlatır. Şahsen benim yerimde başkası olsa, ben ilgilenirdim. Mesela geçen yer değiştimeyle gelen bir öğretmen karşıma oturdu, etrafa karşı çekimserdi, nerden geldiğini sorup sohbet başlattım ve tanıştık mesela. Bir de düşünün ki benim ilk atamam. Ben o kanepeye oturduğumda karşıma oturan eski öğretmenler bana hiçbir şey demeden sanki ben yokmuşum gibi oturuyorlardı öyle. Nasıl bir saçmalıksa bu? Özellikle bazılarının yanından geçerken selam vermek için göz teması kurmaya çalıştığımda beni görmemezlikten geldiklerini fark ettim.  Benim açımdan tanıdığım birinin yanından geçiyorsam ve buna rağmen tanımıyormuş gibi davranıyorsam bundan biraz hicap duyarım Sonra bununla alakalı kendi kendime sosyal bir deney yaptım. Bu sefer yanlarından bir şey demeden geçtim. Ve birden dank etti, ben selam vermesem bana selam bile vermiyorlardı. Bunu fark ettiğimde gerçekten üzüldüm. Neden hep iletişimi başlatmaya çalışan taraf ben oluyorum diye de çok sorguladım. Geçen mesela biriyle göz göze geldik  ben başımla selam verdim ama buna rağmen çok affedersiniz bön bön bakıp geçti yanımdan. Takmamaya çalışıyorum ama yok illaki insanın kafasına takılıyor. Sanki aramızda bir olay olmuş da küsmüşüz gibi bir hava var. Ama sorun şu ki zaten etkileşimimiz yok, böyle bir şey söz konusu olamaz. Bunları aileme anlattığımda sen soğuk duruyorsundur kesin, kendini soyutluyorsundur diyorlar. Bana bunu diyen ablam, zorunlu görevini bitirip İstanbul'a atanınca aynı samimiyetsizlikle karşılaştı. Kendi öğretmenler odası için " Okulda bir kurum kültürü yok, herkes kendi halinde, yeni birini tanımaya ihtiyaç duymuyorlar." dedi. Ben de dedim ki nasılmış, anladın mı şimdi beni? 

Ama dediğim gibi kendimi onlara kabul ettirmeye çalıştıkça kendimden soğumaya başladım artık. Dedim napalım bana öğrencilerim yeter. Banane ya ben işimi yapar çıkarım. Bir ara sırf bu yüzden okula gitmek istemedim biliyor musunuz? Bunca senelik öğrenci hayatımda hep bir arkadaşımın olmasına alışmışım. İş hayatına girince sanki böyle dımdızlak ortada kalmış gibi oldum. Doğuya atanan arkadaşlarımı göz önüne aldığımda kendisi gibi yeni atanan öğretmenlerle bir arkadaş gruplarının olduğunu görüyorum. Keşke diyorum okulda benim yaşlarımda öğretmenler gelse de iş arkadaşlarım olsa, böylesi çok zor. Arkadaş olmadan hiçbir ortamın tadı tuzu yok cidden.  Kendimi öğretmenler odasında çok yalnız hissediyorum. Bence beni çömez sayıyor çoğu, muhattap görmüyor beni. Bazıları da yaşını başını aldığı için yeni birini tanımaya ihtiyaç duymuyor. Zaten halihazırda okulda kemikleşmiş bir arkadaş grubu var. Okula ben yeni gelmişim, acemiymişim falan umurunda değil. Ve bu yüzden çok ama çok sıkılıyorum. İnşallah bu devran bir gün döner. Okula dair tek yakındığım nokta bu. 

  Bir şey yapılması gerektiği zaman kimse bana anlatmıyor, halbuki yeni atanmışım hiçbir usül bilmiyorum ama nerdeee? Ha yardım edeni de bana bir şey anlatırken mala anlatır gibi anlatıyor uyuz oluyorum içimden. O zamanda sanki kendi egosunu benim acemiliğim üzerinden tatmin ediyormuş gibi oluyor ve bu durumdan hoşlanmıyorum. Neyseki müdür falan ilgileniyor benle en azından idareden yana bir sıkıntım yok. Özellikle dikkat ediyorum müdür zümremiz içinden önemli bir iş için birini seçecekse beni seçiyor, bana destek çıkıyor. Ne yalan söyleyeyim çevremdeki öğretmen tanıdıklarımın hepsi müdürlerinden şikayetçi oluyor ama benim müdür gerçekten insani biri. Bir kere müfettiş aniden benim dosyam incelemeye, ilk senem olduğu için bana puan vermeye gelmişti. Müdür beni müfettiş geldi diye çağırırken istemsizce ağzımdan " Off yaaa" cümlesi çıkmasın mı? Çünkü müfettiş gerçekten aniden geldi ve acayip stres yapmıştım. Müdürün beni telefonda gerçekten babacan bir sakinleştirmesi var ki size anlatamam "Hocam hallederiz, sıkıntı yapma, ben zaten sizden çok memnunuz diye bahsedeceğim, rahat olun.. " Gittim okula, gerçekten müfettiş şaka yollu korkutmaya çalıştığında bile hep bana arka çıktı. Allah razı olsun dedim içimden, gerçekten çok minnettar kaldım. Laf arasında bir kere yeğeni yaşında olduğumu söylemişti. Ben de ondan sanki okulda bir akrabammış da beni özel olarak koruyormuş gibi bir hissiyat alıyorum. Maşallah, nazar değmez inşallah diyelim lütfen. :) 

  Aday öğretmenliği de hallettik çok şükür. O bir ton formu doldurmaya çalışmak, seminerleri tamamlamak, pandemi sürecinde neyin nasıl olacağı belirsizliğiyle uğraşmak, Ağustos'u sıcağında aniden gelen haberle Adaylık Kaldırma Sınavı'na çalışmak falan filan derken sınavdan geçen gün 92 aldığımı öğrendim. Allah' a çok şükür bu prosedürü de atlattım. Bir ara cidden "Ya sınav öncesi korona olursam" ve " Ya sınavı geçemezsem de okulum değişmek zorunda kalırsa?" diye paranoyakça düşüncelere kapılıyordum ama öyle olmadı neyseki. 

  Evet dostlar, inanın daha yazsam bir sürü anı çıkar. Her gün iyi kötü anlatacak bir şeyler oluyor okul hayatında. Ama inanın sizi baymak istemiyorum. Bazen o küçücük öğrencilerden çok önemli hayat dersleri çıkarıyorum. Ben onlara bilgi öğretiyorum ama onlar da bana o kadar çok konuda farkındalık kazandırıyorlar ki... İnsana dair, insanlığa dair keşfetmediğim kapılar açıyorlar bana. Bazen çok güldürüyorlar bazen de ağlatıyorlar. Her yeni gün, yeni bir öğreti oluyor. Her geçen gün daha da tecrübe kazandığımı fark ediyorum. Birkaç yıl sonra geriye baktığımda kendimin şu anki hallerini beğenmeyeceğimin de farkındayım. Birkaç yıl sonra şu yazıyı açıp okuduğumda neler hissedeceğim Allah bilir. 

  Bana değerli vaktinizi ayırıp okuduğunuz için çok teşekkür ederim.  Belki bu yazıyı okuyanlardan arasında öğretmenlik okuyan, KPSS sürecinde olan, atama bekleyen veya benim gibi ilk senesini yeni bitirmiş olanlar vardır. Umarım içimdeki hala yeni olan bu heyecanı ve deneyimlerimi ve hatta hatalarımı sizlere aktarabilmişimdir.

    Sizi seviyorum, hoşçakalın. 

    Allah'a emanet olun. 

12 yorum:

  1. İnanır mısın ben de hemşire olarak yeni başladığım bu süreçte işyerimdeki insanlarla aramız,iletişimimiz seninkine o kadar benziyor ki. Keşke yaşıtım olsa, sohbet açıp konuşsalar diyorum ama hepsi kendi arasında takılıyor ve büyük yaştalar. Dediğin gibi bir yerden sonra bu durum insanı sıkıyor, iş yerine tüm isteğinle gidemiyorsun. Ama en iyisi hiç kendini konuşma ya da adım atma zorunluluğu hissetmeden işine odaklanmak. Böyle daha özgür hissediyor insan kendini. İlerde bu süreç nasıl gelişecek bilemeyiz. Oluruna bırakmak en iyisi.
    Yazında kendini iyi ifade edip güzel anlatmışssın. Eline sağlık canım. Meslek hayatında başarılar ;)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İş hayatı okul hayatı gibi değil maalesef. Seni çok iyi anlıyorum. Ben teşekkür ederim, ben de sana meslek hayatında başarılar dilerim :)

      Sil
  2. ne güzel anlatmışsın, ilk yıl sanal öğretmen oldum diyorsun, yaa yaşınla ilgili anlattıkların en tatlısıydı, güzel tabii genç gözükmek, sonra bir de öğrencilerinin seni sevmesi, iyi bir öğretmen olcan tabii :) bu yazını bir ara bloguma koyayım herkes okusun keyifle :)

    YanıtlaSil
  3. Mesleğin hem en kötü hem de en iyi yıllarıdır bu zamanlar :) Güzel anılarınız olsun dilerim daima.

    YanıtlaSil
  4. 2 numaralı madde de olur inşallah :)

    YanıtlaSil
  5. dünkü yazıma koydum bu güzelim yazını :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Paylaştığın ve paylaşılmaya layık gördüğün için teşekkürler :)

      Sil
  6. Merhabalar.
    Öğretmenlik mesleğinizde yeni olmanız hasebiyle, bu mesleği en ince ayrıntısına kadar, çok güzel bir şekilde kaleme almışsınız. Kaleminize, emeğinize ve yüreğinize sağlıklar dilerim. Ben öğretmen değilim ancak, okullarda ve milli eğitim müdürlüğünde memur ve şef olarak görev yaptım. Öğrencilerimizin yazınızda da bahsettiğiniz "...Önceden bağıramıyordum, kibarcık takılıyordum. İnanın idealist olmaya, sevgi böceği gibi davranmaya çalıştım ama çocuklar hemen bunu suistimal ediyor..." Söz konusu suistimalin önünü alacak bir metot veya uygulama var mıdır bilmiyorum ama; öğrencilerin suistimal davranışları, benim öğrencilerde en çok rahatsız olduğum hallerden biridir.
    Okurken zevk aldığım ve çok keyifli bir "öğretmen" yazısıydı. Bu güzel ve yararlı paylaşım için teşekkür ederim. Selam ve sauygılarımla.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Merhaba, asıl ben çok teşekkür ederim. Yazıyı beğenmenize sevindim.

      Sil
  7. Umarım öyleyimdir, teşekkür ederim.

    YanıtlaSil