6 Aralık 2016 Salı

Bir Küçük Yalan - K.A Tucker | Kitap Yorumu


   Hani arada okunması basit, kafa dağıtıcı şeyler okumak istersiniz ya işte ben de böyle bir anımda Bir Küçük Yalan’ı okudum. On Küçük Nefes serisinin 2. Kitabı olan bu kitapta Livie’nin hikayesini okuduk. İlk kitapta Livie’nin ablası olan Kacey’i okumuştuk. O kitabı okuduğum zaman beğenmiştim ama belki şimdi okusam beğenmeyebilirim. Kacey ve Livie  çok zor şeyler yaşamışlardı. Kacey ne kadar etrafına ve kendine zarar verdiyse Livie hep aklı başında,çalışkan,başarılı kardeş olmuştu. Tabi bu sadece buz dağının görünen kısmıydı desek yanılmış olmayız. Onun açısından yaşananları bu kitap sayesinde okumuş olduk.  
   Hikayemiz kısaca şöyle özetlenebilir: Travmatik bir geçmişe sahip olan çalışkan ve akıllı kızımız çok iyi bir üniversiteyi kazanmıştır. Ancak bütün  ezberlerini bozan doğaüstü bir çocukla karşılaşır. Aslında bu yakışıklı oğlanımızın da ruhunda yaralar vardır ve bunu çapkınlığıyla maskelemektedir. Tabiki kızımız oğlanı sevse de kendisi için uygun olmadığını düşünüp kendini bir aşk üçgeninin içinde bulacaktır.  Bla bla bla. Siz ana konuyu kaptınız. İşte bu kadar klişe bir konu ama allanıp pullanmış halini de koyayım şuraya tam olsun. 

Cleary kardeşler arasında olgunluğu ve güçlü kişiliği sayesinde ailesinin trajik ölümünün ve ablası Kacey'nin kendi kendine zarar verdiği dönemin üstesinden gelmeyi başaran ve daha dengeli olan kız kardeş, her zaman Livie oldu. Ama bu dış görünüşün ardında, babasının ona söylediği son sözlere tutunmuş küçük bir kız çocuğu vardı. 

Babası ona, "Seninle gurur duyayım," demişti. Küçük kız da böyle olacağına söz vermişti. Ve geçen 17 yıl boyunca her seçiminde, her sözünde ve her davranışında, elinden gelenin en iyisini yaptı. Livie, sağlam bir plan ile Princeton Üniversitesine adım attığında amacına ulaşmakta kararlıydı: Derslerinde çok başarılı olacak, tıp fakültesine yönelecek ve bir gün evleneceği iyi ve saygın bir adamla tanışacaktı. 

Planının bir parçası olmayanlar ise Jell-O fondipleri, hayır diyemediği cana yakın ve parti delisi oda arkadaşı, tabii bir de erkek kürek takımının muhteşem kaptanı Ashton'dı. Kesinlikle Ashton'dı. O, Livie'nin olmayan sinirlerini zıplatan kibirli bir pislik ve Livie'nin bir erkekte istemeyeceği her şeydi. Daha da kötüsü Ashton, Livie'nin ölçütlerine tam da uyan kişinin -yani Connor'ın en iyi arkadaşı ve evini paylaştığı kişiydi. Peki, o zaman Livie neden Ashton'ı düşleyip duruyordu? 

Livie kendini, artık üstesinden gelemeyeceğini düşündüğü vasat notlar ve kariyer düşleri ile Ashton'a karşı hissetmemesi gereken duygular içinde buluverdiğinde babasına verdiği sözden ve bildiği tek kimlikten vazgeçmek zorunda kalacak mıydı?


   Şimdi diyebilirsiniz ki madem beğenmiyorsun okuma o zaman. Evet haklısınız ama kabul edin bazı klişeler her zaman tutar. Hele de canınız çerezlik kitap çekiyorsa... Kitaba dair en sevmediğim şey Livie'yle Ashton arasında geçen ileri düzey sahnelerdi. Bana göre yazarın bu konuda aşırı doz kullanımı var. Bana bu kadar da olmaz ama dedirtti. O yüzden kitabı herkese öneremem.😒 Ayrıca kitabın orijinal kapağı neden değiştirilmiş anlamadım. Ülkemizdeki kapakta, manzara fotoğrafına bir kız yapıştırılmış gibi duruyor.

   Şimdi bu kadar gömdüm kitabı ayıp olacak. Her ne kadar konusu klişe olsa da bence yazar klişeyi allayıp pullayıp önümüze koyduğu için okuması bana sıkıcı gelmedi. Özellikle Ashton’la Livie’nin diyaloglarını okurken yüzümde şapşal bir gülümseme oluşmuş olabilir. Livie ile Ashton arasındaki tatlı atışmalar ve atışmalarda Livie’nin Ashton’a sürekli olarak yenik düşmesi okuması en keyifli kısımlardı. Kitabı okurken biri fotoğrafımı çekse al sana rezillik. Kitabın anlatım şekli basitti ama mesela yazarın bir durumu anlatırken onu ilgi çekici bir şeye benzeterek anlatması çok hoşuma gitti. 

   Kısaca basit ama güzel bir anlatım şekli vardı ve gerçekten akıcıydı. Ayrıca kitabın yeterli sayfa sayısına sahip olduğunu düşünüyorum. Bu sayede hikaye gereksiz uzatmalara oynamadı. İlk defa bir kitapta en sevdiğim karakter baş karakterlerinden biri değil de yan karakter oldu: Dr.Stayner. Dünya üzerinde böyle bir  doktor var mıdır acaba? Adam müthiş birisiydi. Her ne kadar Livie kabul etmese de onun hakkında yaptığı tespitlerde hep haklı çıktı. Doktorluk vazifesinin bittiği yerde insanlık vazifesi olarak çok güzel şeyler yaptı. Herkese bir Dr.Stayner lazım. 

   Bir sonraki kitapta ise geçmişi gizemli Cain'i okuyacağız. Bu serinin genel işleyişini de çözdüm galiba. Kitabın baş karakterlerinin hepsi arızalı oluyor. Kendi kişisel sorunları yüzünden aşklarını yaşayamıyorlar ama finale doğru sarsıcı bir olayla karşılaşıp ayrı yapamayacaklarını anlayıp birbirlerine kavuşuyorlar. Bu da benim seriye dair böyle bir analizimdir. Okuyup okumamayı size bırakıyorum. Çünkü okumasanız da pek bir şey kaybetmezsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder