İyilik demek kimseye kötülüğü dokunmamak değil, kötülük yapacak cevheri içinde taşımamak demektir.
İçimizdeki Şeytan’ı okuyarak insan ruhunun en derinlere doğru bir yolculuk
daha yapmış oldum. Bu yolculuk sırasında kimi zaman yazarın ruhunun izlerini
takip ettim kimi zamansa karakterlerin düşünceleri beni peşinden sürükledi. Biraz kasvetli de olsa güzel bir yolculuktu. İlk başlarda kitap aşk üzerine kurulu gibi
gözükse de yazarın aslında insanın
ruhunu anlatmak için aşkı yardımcı bir araç olarak kullandığını anlıyorsunuz. Ömer
karakteri her ne kadar kendine karşı dürüst olsa da tutarsızlıklarından ve
zaaflarından ötürü benim için bir Raif Efendi ve Yusuf olamadı. Ancak her
insanın bir zayıf yönü vardır. Kitabın ele aldığı insanın zayıflığı da göz
önüne alınırsa Ömer’in realist bir gözle yazıldığını anlayabiliriz. Ömer yaşadığı
hayatı beğenmeyen, arayışlar içinde olan ancak bir kapana kısılmış gibi
bulunduğu durumdan kendini kurtaramayıp daha da dibe batan birisidir. Öyle ki
kendi iradesiyle iş yapmış olmak için intiharı düşünse de ona dahi üşeniyor.
Macide’yi bulunca artık hayatına çekidüzen vereceğini düşünsem de kendi
anlamsız hayatına ve lüzumsuz ahbaplıklarına Macide’yi de sürükledi. Macide’nin Ömer’e mektupta “seni seviyorum...
neden sevdiğimi bilmeden seviyorum.” Yazması aslında onların farklı
kişiliklerde olduklarını bir kez daha ispat etti. Bende bu sayede belki ilk
defa bir kitapta bir çiftin birbirini sevmesine rağmen ayrılmaları gerektiğini düşündüm.
Macide’nin içsel dünyası beni Ömer’inkinden daha fazla etkiledi. Yine aynı
şekilde çok az okuyabilsek de Bedri’nin düşünceleri de çok doğru bulup hak vermemek
elde değildi.
Birbirimize rastlamadan evvelki hayatımız sahiden birbirimizi aramaktan başka bir şey değilmiş...Ne aradığımızı bilmeden aramak...Şimdi içim rahat,aradığını bulan ve başka bir şey istemeyen biri gibi sükunet içindeyim...Dünyada bundan büyük bir saadet olur mu?
Kitabın benim için çok akıcı olduğunu söyleyemeyeceğim. Çünkü anlamını
bilmediğim sözcüklerle karşılaştım. Ayrıca sadece bir kişinin konuşması bazen 3
sayfayı bulabiliyordu. Bu konuşmalarda kullanılan dilin de günlük hayatta pek
kullanılmadığını düşünüyorum. Aynı şekilde kitaptaki uzun monologlar da kitabın akıcılığını sekteye uğrattı. Zaten
derin konulara eğilimli bir kitap olmasından ötürü kitabın kasvetli bir havası
da bulunuyordu.Tüm bu sebeplerden dolayı okuma sürem gereğinden fazla uzamış
oldu.
Kitabı aslında yazarın diğer romanlarına kıyasla çok beğenerek
okumamıştım ama son sayfayı da çevirip kitabı kapattığımda bütünüyle sevdiğimi
fark ettim. Özellikle Veznedar Hafız Bey’in Ömer’e son sözleri, Macide’nin
mektubu, Ömer’in artık kararını vermiş biçimde Bedri’ye yaptığı o son konuşma
unutamayacaklarım arasına girdi bile. Arada açıp kendi kendime sesli bir
biçimde bu kısımları okuyacağımı biliyorum. Çünkü sevdiğim bütün kısımlar için
nedenini bilmediğim bir şekilde bunu yapıyorum.
Kendi ruhunun pisliğini bu kadar yakından gören bir adam başkalarının temiz olacağına inanabilir mi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder