19 Ağustos 2022 Cuma

Blogun 7.Yılı Şerefine İlk Yazımı İnceliyorum | Vakitsiz Kelimeler

Herkese merhaba, 

Bloga ilk yazıyı atalı tam 7 sene olmuş. 19 Ağustos bloga ilk yazı attığım gündü. Bir gün önce açmıştım blogu galiba, o kısmı tam net hatırlamıyorum. Ama yazı ayın 19'una denk gelsin diye azıcık beklediğimi hatırlıyorum. Neden diyecekseniz? Bu 19 sayısı hayatımın her yerinde karşıma çıkar. Doğum günümden tut çoğu özel şeyin numarası ya da tarihi 19 olur. Ya düşünün atanınca tuttuğum evin apartmanının numarası bile 19 çıktı. E gel de bu sayıya bir anlam yükleme şimdi. Neyse efendim, sadede gelelim.

Geleneksel yıldönümü konuşması blogumun adetlerinden, yılların okuyucuları iyi bilir. Ancak bu sene bir farklılık olsun istedim. Ne olsun ne olsun diye düşünürken dedim ki Youtube'da millet kendinin eski videolarını yorumluyor ben niye ilk yazıma yazıyla tepki vermeyeyim? Ve işte buradasınız ve bu yazıyı okumaktasınız. Tırnak içinde koyu yazılmış yazılar ilk yazımdan kesitler, altına birkaç şey yazacağım.

 Merhabalar!
   Eğer şu an bu yazıyı okuyorsanız heyecanıma tanık oluyorsunuz demektir. Uzun zamandır hayalim olan bir şeyi gerçekleştirmiş olmanın verdiği heyecana... Blog açmak. 

En büyük pişmanlıklarımdan biri bunu daha önce yapmamaktır belki de. O zamanlar kendime ait bir bilgisayarım yoktu ve evde bilgisayar kavgası falan yapıyorduk genelde. Erkek kardeşim sürekli mızıkçılık yapardı, saatlerce başından kalkmaz, elime nihayet aldığımda hadi yeter sıra bende diye tepemde dikilirdi. Hayriye Hanım gibi aman ağzımızın tadı kaçmasın diye bilgisayarı verirdim ama çoğu zaman uyuz ederdi beni böyle yaparak. 

Onu da geçtim üniversite sınavı vardı, hoş açsam pek bir şey değişmezdi ama insan o zamanlar geleceği öngöremediği için sanıyor ki sosyal medyadan uzak durunca her şey hallolacak. Doktor, mühendis falan çıkacak.-Ay iyiki ikisi de olmamışım- Bu arada akıllı bir telefonum olunca artık telefondan da yazabildiğimi fark ettim. En azından bir telefonum olsaymış yine bir hesabım olurmuş. Şu an mesela çoğunlukla telefondan yazıyorum, daha çok resim ekleneceği zaman rahat rahat olsun diye bilgisayarı kullanıyorum. 

Bir de blog açmak aslında bir site kurmak gibi bir şey. Kitap blogları okurdum ama nasıl açmışlar diye düşünürdüm. Belli bir araştırma yapmak gerekiyor. Aslında her şey ablama üniversitede bir konu seçip o konuyla ilgili blog sitesi kurma ödevi verilmesiyle başladı. Ablam o ödevi yaparken blog açmayı öğrendi. Ben de ona dedim ki bana da öğret. Ablamın yardımıyla açtık ve 7 yıl oldu işte. Maşallah diyelim.

Arkadaşlarıma okuduğum izlediklerimi gerekirse zorla okutturmak ve izlettirmek gibi bir huyum olunca blog açmayı gerekli buldum. Neden daha çok insanla paylaşmayayım ki dedim ve sonuç ortada. Artık benimde bir blogum var. YAŞASIN!

Şuna bak ya görmemişin bir blogu olmuş asdfghjk... Ama o zamanlar blog başka bir konumdaydı ya, son güzel zamanlarıydı diyebilirim. 

Şu an hala burada bahsettiğim arkadaşlarıma şunu oku şunu izle diye direktif veriyorum arada. Bu konuda pek değişen bir şey yok. Hamurumda var ne yapalım artık. Ama eskisi kadar kimsenin başının etini yemiyorum. Bir şeyi çok beğensem bile kimseye mutlaka izle diyemiyorum. Diyemem. Çünkü; zaman bir insanın sahip olduğu en kıymetli hazine. İnsanlarının zamanlarını harcayacağı bir konuda kimseyi zorlayamam.  

Bizim grubun içinde film dizi konularında bir başvurulacak merci makamım var. Ama gerçekten ta lisede bizim kızlarla böyle topluca aynı kitabı veya bir diziyi filmi izleyip konuşma seanslarımız vardı. Benim böyle bir blog açmam kaçınılmazmış yani.

   Bir klasik olarak kendimi tanıtmakla başlayalım. Adım Ayşenur ama genelde Ayşe derler. 18 yaşındayım. 

Ya bu arada Yılan Hikayesi'nde Memoli sadece yakın arkadaşlarım bana Memoli diyebilir diyordu ya sürekli. Aynı şekilde yeni tanıştığım veya fazla samimi olmadığım kişilerin ismimi Ayşe diye kısaltmasını sevmiyorum. Birinin ismini kısaltmak belli bir samimiyetin göstergesidir. Ayşe with a Nur diye bayat bir espri yapayım size. Sadece samimi olduğum halde bana Ayşenur diyen ablamdır, o da niye bilmiyorum. Bir de evde biri bana sinirlenirse Ayşenur der. Alın bu gereksiz bilgiyi de ne yapacaksanız yapın.

Ya ben seni yerim canım benim ya çen 18 yaşında mısın? Bu arada bir şey söyleyebilir miyim? Bana deseler git tekrar 18 ol, bir şansın daha var. Olmak istemem. Tabi düşününce gençliğin zirvesi 18 yaş, niye istemiyorsun değil mi ama? Ama o zamanlardaki akıl yapımı, olaylara bakış açımı beğenmiyorum. Hatta bu kibarca oldu biraz. Ay ne aptalmışım ya diyorum bazı şeyleri hatırlayınca. Şu an 1 ay oldu 25 yaşına gireli ve bu 7 yılda hayatta çok şey öğrendim, tecrübe ettim. Şu an kendimden memnunum. Gelecek yıl bu halimi de beğenmeyeceğimi biliyorum ama insan zaten eski haliyle yeni hali arasında bir fark göremiyorsa kendinde bir sorun aramalı.

Bir de 18 yaş o kadar curcunalı bir zaman dilimi ki. Üniversite sınavı, hadi kazandım ay üniversite sistemini oturtma çabaları, yeni arkadaşlıklar edinme zorlukları, toysun, hayatı bilmiyorsun ama bildiğini sanıp bir sürü yanlış yapıyorsun.  Bir de en fenası: O zamanlar başına gelenler dünyanın en büyük derdi sanıyorsun ama değil . Ve gözünde her şeyi gereksiz büyütüyorsun. Ay aman yok o günlere bir daha dönmek istemem, kim uğraşacak.

Geçmişteki sevgili ben, 7 yılda aldığın yol için seninle gurur duyuyorum. İnşallah seninle hep kendimin daha iyi bir versiyonunu ortaya koyacağım.

Bu sene üniversiteye başlayacağım. Daha önce blog açmamamın nedeni üniversiteye hazırlanıyor olmamdı ki boşuna zaman kaybettiğimi düşünüyorum. 

Üniversiteyi bitirdin, işe girdin, artık başka bir şehirde para kazanıyorsun. Ay yeminle yazarken şu an gözlerim dolu dolu. 18 yaşındaki o küçük kız evet bunları hayal edebilirdi ama yine de gerçekleşeceğine tam olarak inanamaz, belki bir gün ama ne zaman bilinmez kalıbıyla hep uzak bir gelecek hayal ederdi. Ve işte oldu. 

Şimdi buradan sonra kendi kişisel özellliklerimden bahsetmişim, bakalım neler demişim:

Okumak, yazmak ve izlemek vazgeçemeyeceğim şeylerdendir.

Evet değişen pek bir şey yok gibi ama eskisine göre daha az vakit bulabildiğim bir gerçek.

Az biraz deli olmamla birlikte çok inatçıyımdır. 

Hala öyleyim bence, bu pek değişmemiş. Ama inatçılığımı da şu bakımdan lehime kullanıyorum. Bir konuda kararımı veririm ve kararımın arkasında dururum ve kimse beni kendi yönüne kolay kolay çekemez. Tabi ki istisnalar olabiliyor ama genelde bu böyle olur. Deli olmam da öyle salak saçma işlere girmek gibi değil de ortamı neşelendirebilmek, eğlenceli fikirleri ortaya atabilmek gibi diyelim.

Genellikle ev kuşuyumdur, çok fazla gezmem.

Arkadaşlar yengeç burcu olmak böyle bir şey. Evime bağlıyım. Gerçekten gezmeyi de severim ama o eve gelinecek günün sonunda. Ev modum vardır benim, o moda girmeden yapamıyorum.                                              

Çocukluğumdan beri günlük tutarım (bazen ara versem de) ve bu edebi bir yönümün olmasını sağladı.

Çok doğru, aslında şu anda günlüğe ara verdim ama sanal günlüğü hala bu blogda tutuyorum. Saçma da olsa sürekli bir şey yaza yaza insan bir bakıyor ki bir yazma tekniği gelişmiş kendisinde. Gerçekten hala edebi bir yönümün olmasını buna borçluyum diyebilirim.

Kitap okumak ise benim için her zaman çok önemli bir yerdeydi ama özellikle lisede benim gibi kitap kurtlarıyla tanışmak benim açımdan dönüm noktası sayılabilir. Özellikle en yakın arkadaşımla yaptığımız "kültür alışverişleri" ufkumun daha da açılmasını sağladı diyebilirim.

Gerçekten lise beni çok etkilemiştir. Lisede sanki bu dünyanın içine daha çok girdim. Orada tanıştığım arkadaşlarımın da bu yönde bir meyilinin olması içimdeki bu gizil gücün daha da açığa çıkmasını sağladı. Lise yıllığımda bile yazar böyle şeyler. Ne keşfettiysem illa arkadaşlarımla paylaşacağım ya da onlar neye bakıyorlarsa aman ben geri kalmayayım kafası. Böyle böyle birbirimize yeni keşifler açtık. Yeri geldi varoş Wattpad hikayeleri okuduk, yeri geldi gerçek bir edebi eser. Böyle böyle gelişe gelişe bu günlere geldik işte. 

Her ne kadar kitaplar benim için ayrı bir önceliğe sahip olsa da filmleri, dizileri ve beğendiğim müzikleri de paylaşacağım.

Valla kitap yorumları artık çoğunlukla İnstagram hesabımda paylaşıyorum. Çünkü kitaplara artık uzun uzun yorumlar yapmıyorum. Milletin çok ilgisini çekmiyor blogdan kitap yorumu okumak. Önceden kitap yorumlarını da uzun yazardım ama ilgi görmüyor buradan artık, o yüzden çok beğenmedikçe kitap yorumu koymuyorum. Film de çok yazardım artık onu da azalttım, genelde o da İnstagram hesabımda ki o da storyler kısmında oluyor daha çok. Müzik falan zaten hak getire ilk seneler birkaç yazım vardı ama millet açıp Spotify'dan Youtube Music'den istediğini çalıyor zaten, ne gerek var.

Benim blogun farkındayım ki en talep gören kısmı Kore dizileri hakkındaki yorumlarım oldu. İnstada paylaşsam bile o kadar ilgi görmüyor (saolsun artık video paylaşım yeri oldu) ama buraya koyduğum bir yazı 20 bin tık alabiliyor. Sizlerden de beni genellikle bir Kore dizisi yorumumdan keşfettiğinizi söylediğiniz şekilde mesajlar alıyorum. Hoş ben hala şaşırıyorum o uzun uzun yorumları okuduğunuza. Kendi yakın arkadaşlarım okumuyor ama hiç tanımadığım sizler açıp okuyorsunuz. Ne diyeyim ben size :) Sizin yüzünüzden kısa tutamıyorum da beni de alıştırdınız uzun yoruma. 

Bunların dışında kendi kişisel anılarımı da belli başlıklar altında biriktirmişim. Bir günlük olmuş bir nevi burası. Bu çok hoşuma gidiyor. Bazen eski kişisel yazılarımdan bazılarını açar okurum ve ben bunu da yaşamıştım doğru ya neyseki geride kaldı o günler diye sevinirim. Kendi yazılarımla kendime bir terapi uyguladığım gerçektir. Mesela bir ara tüm ameliyat anılarımı derlemiştim. O yazıyı yazmak ve okumak bana bir terapi gibiydi. Hele bir yıl biterken o yılın nasıl geçtiğini yazdığım yazılarım benim için tarihi bir arşiv niteliğinde. İyiki yazmışım da hatırlıyorum. Bu yazıları da benden başka kimse okumaz diyordum ama kişisel yazılarımın da okunması beni ayrıca sevindiriyor.

 Eğer sizde kitap karakterlerine aşıksanız, film izlemeyi seviyorsanız ve kulağınızdan kulaklığı çıkarmıyorsanız sizleri de bloguma bekliyorum. Sizlere yeni şeyler keşfetmenizde yardımcı olabilirsem ne mutlu bana!

Böyle tatlış bir mesajla da yazıya son vermişim. Vay be üzerinden 7 yıl geçmiş. Su misali. Sayımız biraz daha arttı ama bu yedi yılda çok fazla takipçiye ulaştın mı dersen hayır. Ama ben şu gözle bakıyorum: Benim böyle küçük samimi bir kitlem var, ne yazsam okuyan, yorum bekleyen, uzun süre ortada olmasam merak eden. İşte o kitleye sesleniyorum siz iyiki varsınız ya. Kendini hiç belli etmeyen hayalet gibi takılan takipçilerimin de olduğunun farkındayım. Aslında size kızmıyorum, çünkü ben de birini takip etsem de hayalet gibi takip ederim genelde. -kişi kendinden bilir hesabı- Böyle küçük bir kitlem olduğu için de aslında rahatlıkla eğriye eğri doğruya doğru diyebiliyorum. İş birliğim yok, reklamın yok bir şeyim yok, blogdan da para kazanmıyorum. Ne düşünüyorsam o bende. Sizler de sevdiniz takdir ettiniz, 7 yıldır devam etmeme vesile oldunuz. Sizlere de tekrardan teşekkür ederim.

Hadi kendinize iyi bakın, görüşmek üzere!

3 yorum:

  1. maşallah maşallah sanaaa :) her zamanki gibi keyifle anlatmışsın :) ya blog her zaman keyifli aktif ki yaa, çok yazan var, etkinlik de çok, çok hareketli, keyifli bir ortam. azcık aktif olsana sen deee yaa :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Üşengeç bir insanım ben malesef, anca bu kadar oluyor :)

      Sil
  2. Nice senelere :) Kendi yazına tepki vermek çok iyi fikirmiş.

    YanıtlaSil