31 Ekim 2022 Pazartesi

My Liberation Notes Yorumu

  Selam dostlar, 

  Yine ve yine bir klasik olarak biten dizinin ardından milyon yıl geçtikten sonra yorumunu tamamladım ve paylaşmanın zamanı geldi.

  Dizimiz malumunuz: My Liberation Notes 

  Fragmanını görüp ben bu diziyi izlemem demiştim. Çok iç karartıcı gibi gelmişti. Sonra baktım senarist meşhur, izleyenler övüyor. Dedim zaten dram severim. Ben bir bakayım buna. Bu  arada dizinin posteri hoşuma gitti. Dizinin konusuyla o kadar uyuşuyor ki, karakter posterlerini çekerken de trenin içinde çekmişler, çok uyumlu olmuş içerikle.

 My Liberation Notes Konusu

  Dizi Seul'den çok çok uzakta Sanpo adından bir kırsalda hayatla kendi içinde bir mücadelesi olan üç kardeşin hayatını konu alıyor. Bir de buraya kimseyle konuşmayıp, alkolik olan, adı bile tam olarak bilinmeyen Bay Gu komşuları olarak geliyor. Dizi aslında bu dört karakterin ruhsal tahlillerini bizlere yansıtıp hayatlarına seyirci yapıyor.

Dikkat: Bu kısımdan sonrası spoiler içermektedir.

Devam edecekler için müzik arka planımız hazırdır, buyrunuz:

My Liberation Notes Genel Yorumu

1. Dizi tam bir depresyon dizisi. Ben bu diziyi izlediğimde tükenmişlik sendromu gibi bir şeyin içindeydim ve baya mutsuz mutsuz sabah kalk işe git işte yorul işten eve gel, yemek hazırla, ev işlerini yap, erkenden uyu, tekrar uyan, tekrar aynıları kısır döngüsüne sıkışmış yapmam gereken ama yapamadığım şeylerin pişmanlığı içinde yüzen bir kızdım. Bana zevk veren hobilerimden bile uzaklaşmıştım. Benim mental olarak yorgun hissettiğim bu süreçte bu diziyi izlemek iyi gelmişti. Dünyada benim gibi şeyleri yaşayan bir sürü insan var, bunlar aslında hayatın içinden şeyler diye ruhum biraz teskin buldu. Çünkü o dönem herkes mutlu da bir ben mutsuzmuşum gibi geliyordu. Tam zamanında izlemişim bu diziyi, başka zaman izlesem bu kadar benimseyemezdim. Kabuğumdan çıkmam gerektiğinin farkında olduğum ama üstümdeki ölü toprağını bir türlü atamadığım bir dönemde bana benzeyen sıkıntıları çeken karakterleri izlemek gerçekten özeldi. 

İsminin çevirisiyle Kurtuluş Notlarım'da

Gi Jung evlilikle,

Chang Hee ekonomik bağımsızlıkla

Mi Jung ona değer verecek birinde

Bay Gu alkolde ve insanlardan uzakta olarak bu kurtuluşa ermeye çalışıyor.

ve her birinin hikayesine kendimizden izler bularak konuk oluyoruz.

2. Kendi hayatımdan bir sürü yansıma gördüm. Kimi zaman bir karakteri tanıdığım birine benzettim, kimi zaman bir karakterin düşüncesinden sonra " Ben de aynı böyleyim ya." diye düşündüm, bazen bazı sahnelerin çok benzerlerini yaşadığımı fark ettim ve şaşırdım. Bu sebeple şimdiden uyarayım, yorumun çoğu yerinde benzerlerini yaşadığım durumlardan örnek verip aynı zamanda terapi yapacağım kendime. Bir de benim bu örnekleri vermem dizinin insanları ne kadar iyi çözümleyebildiğine kanıt olacak. Yani bir taşla iki kuş. 

Düşününce dank ediyor da: Ben okyanusun bir ucundaki bir Asya ülkesindeki insanların dertleriyle nasıl da ortak paydada buluşabiliyorum. Gerçekten inanılmaz bir şey. Hepimiz insan olduğumuz için mayamız aynı, sanırım bunu bir kez daha fark ettim. 

3. My Mister'ın senaristinden çıkma bir dizi olması benim bu diziyi izlememin başlıca sebebiydi. Bu bilgiyi bilmeden önce diziyi izleme gibi bir planım da yoktu, ne zamanki senaristin aynı olduğunu duydum, o zaman izlemeye karar verdim. İki dizi arasında bir kıyaslama yapacak olursam My Mister daha başka bir levelde.  My Mister daha akıcıydı, bu dizi biraz daha ağır ağır ilerliyordu. Sıkılacağınız kısımlar olabilir. Ama bu dizi de tıpkı onun gibi çok derin karakter portreleri çiziyordu ve başka da bir sürü ortak yönleri vardı, hemen birkaçını listeliyorum:

Üç kardeşin ve bir yabancının hikayesine odaklanması 

Ana karakterin iş yerinde mutsuz olması ve zorbalığa maruz kalması

Hayatın zorluklarından yaka silkmiş karakterler

Depresif sahneler

Karanlık renk tonları

Metro gibi trenin de burada önemli bir arkaplan olması

Karanlıktan aydınlığa çıkma süreci

Düşündürücü replikler

4. Bu diziyi herkes beğenmez. Çünkü herkese göre bir dizi değil. Misal ben 18 19 yaşlarında olsam bu diziyi çok fazla sevemezdim. Çünkü bu diziden zevk alabilmek için diziyi anlayabilmek lazım, oradaki karakterlerin içindeki durumu az çok bilmek lazım. Öbür türlü " Ay içim şişti melankoliden, bu ne ya." der kapatırsınız. 


5. Kırsalda yaşamanın gerçekleri o kadar güzel tasvir edildi ki buna bayıldım. Hani bütün dizilerde kırsal bölgeler insanların çok cana yakın olduğu, la la la lalala modunda yaşanılan ve insanların çok mutlu hayat sürdüğü huzurlu bir ortam, şehrin kaosundan uzak şirin bir yer olarak gösterilir ya -ve nedense bu hiç şaşmaz.- (Örnek: Hometown Cha Cha Cha) Bu dizide ise kocaman bir sessizliğin içinde cırcır böceklerinin sesi, şehir merkezine gitmek için saatlerce yolda geçen kayıp zaman, uzakta yaşadığın için her sosyal etkileşimde sorun yaşaman, güneşin altında çalışmanın ve asla bitmeyen bağ bahçe bostan işlerinin zorluğu mükemmel yansıtıldı. İnsanlar köyüne gitmeye bayılır ya hani ki ben bir türlü o kadar sevemiyorum. Bir aydan fazlası oradaki hayatın zorlukları benim için dayanılamaz hale gelmeye başlıyor. Konforsuzluk hat safhada. Kırsaldaki hayat bu kadar romantize edilmemeli bence. 

Köyden İstanbul'a gelince gerçekten hayatın içine karışmışım gibi hissediyordum. Beni de öyle kibarca gidip köyde takılan biri sanmayın yani. Ben çocukken defalarca buğday tarlasının biçilmesinde ve un, bulgur yapımı aşamalarında çalışmış biriyim. Küçükken dedem kafasına göre ekin ektirir, bizim de yazın gidip orada biçme işlemlerini yapmamızı beklerdi. Bana da bir yaşam tecrübesi oldu ama gerçekten kırsalda yaşamak çok çok zor bir hayat. Hayatımda ilk defa bir dizide kırsalın gerçeklerinin bu kadar iyi yansıtıldığını gördüm. İşte bu ya dedim, işte bu.

6. Şu ana kadar gördüğüm en gerçekçi kardeş ilişkisi bu dizideydi. Aha dedim bu bizim ev. Biz de iki kız bir erkek kardeşiz ve birbirimizle mıç mıç bir ilişkimiz yoktur, sürekli bir tartışma olur ama birbirimizin de arkasını kollamaya çalışırız. Kardeşlikten alınacak max. verim budur ya. :) Belki bizim aramızda üçer yaş olduğu için böyleyizdir, aramızda çok fazla yaş farkı olsa belki birbirimize daha şefkatli yaklaşırdık. Ancak kardeşine sarılıp şap şup öpen, durduk yere sevmesi gelen insanları gördükçe ulan biz mi anormaliz yoksa onlar mı diye kendi içimde bir sorgulardım. 

  Bu dizideki kardeşlik de mıç mıç değildi. Mesela bir kere Gi Jeong yaptığı hata yüzünden Min Jeong'un koluna vurmuştu, yine evin büyük ablası erkek kardeşinin işten çıktığını annesine ispiyonlamıştı... Zaten o ikisinin atışması, birbirlerine laf sokmaları aynı erkek kardeşimle ben, o ikisini özellikle gülerek izledim. Mesela şey de süper tespit edilmiş bir detaydı: Kardeşlerdi ama bir şey olduğunda birbirleriyle değil, gider başka kişilerle, arkadaşlarıyla dertleşirlerdi. Çünkü birbirlerine anlatsalar yargılanacaklarını bilirlerdi. Yine kendi hayatımdan örnek vermem gerekirse daha bugün bir insanla olan diyalogumu ablama anlattım, salak niye öyle dedin, şöyle şöyle demen lazımdı, ben sana demedim mi, dedi ve bütün moralimi bozdu. Aynı şeyi arkadaşlarıma anlatsam boşver iyi demişsin derlerdi. Salaklığıma bir kılıf bulup haklı kalkardım o masadan. Ablama böyle anlarda şöyle demişliğim vardır: "Senle biz kardeş olmasaydık, seninle arkadaş falan olmazdım, dua et kardeşiz."


7. Bazı replikler gerçekten o kadar iyiydi ki kendimi şöyle derken buluyordum:

 "Ay evet ya çok doğru gerçekten."

"Tespit gibi tespit."

" İmza kaşe mühür"

"Çok haklı ama hiç bu açıdan düşünmemiştim."

Bir ara ekran görüntüsü alıyordum, sonra bıraktım. Çünkü hangi birini kolaj yapayım birleştirip o kadar can evimden vuran replikler var ki... Yetişemem hepsine. 

8. Arkadaşlar bu dizideki tren çok güçlü bir semboldü ve bu benim için o kadar anlamlıydı ki. Hayatıma o kadar benzettim ki. Ben de Kocaeli'nde çalışan biri olarak İstanbul'a git gel yaparken o yolda aynı durumlardayım. O yol sanki git git bitmez, o yolda hayatını sorgularsın, aklına bir sürü şey gelir, bir sürü değişik insan biner, bazen insan analizi yaparsın o yolda, bazen bu kadar insanın nereye gittiğini sorgularsın, herkesin hayatta bir şeylerin peşinde koştuğunu böyle böyle hayatımızın tükendiğini düşünürsün. Ha bir de  aynı bu dizideki gibi "Ah be!" dersin "Şimdi bir arabamız olsaydı, bu eziyeti çekmezdim." Bir de ben her İstanbul'a gitiğimde bir bavulla giderim o bavul yol boyu bana eziyet olur. Geçen gün iki hafta üst üste İstanbul'a gittim de yol 2 saati aşkın sürüyor ve o kadar başım ağrıyor ki uyuyup uyanana kadar geçmiyor ağrısı. Ki ben sürekli git gel yapamayacağım için ev tuttum. Her gün aynı dizideki gibi işe gidip gelen var. Zaten işte yoruluyorsun bir de o yol hiç çekilmiyor var ya. Çeken bilir gerçekten. Dizide her bu sebepten sızlandıklarında o kadar iyi empati yapabilmemin sebebi de buydu işte.

3. Karakterler Hakkında

Yeom Mi Jung

  Mi Jung, üç kardeşin arasında Bay Gu ile olan ilişkisi sebebiyle daha bir başrol olarak öne çıkıyordu. İlk başlarda bu kızın yaşadığı tükenmişlik sendromu nedeniyle kendime yakın bulduğum bir karakter olmuştu. Ancak sonra kendime en az yakın bulduğum karakter olduğunu söyleyebilirim. Şaşırdınız mı? Sebebi ise bölümler ilerledikçe birkaç düşüncesini çok sağlıksız buldum, daha doğrusu psikopatça. Bay Gu bile ondan korktuğunu söylemişti, adam haklı :)) Özellikle gece karanlıkta dağa çıkıp köpekle kurt karışımı bir hayvanla gözgöze gelip onu bile bakışlarıyla geri tepti ya kızın karakteri iyice korkutucu bir hal aldı benim açımdan. :)

  Aslında çok sessiz görünüp sinirlendiği zaman yapabileceklerine şaşırdığımız insanlar vardır ya, tam olarak öyle biriydi. Sabrı taştığı zaman işten arkadaşının kafasına çantayı geçirmesi, birden Gu'ya gidip onu sevmesini istemesi.. Ama bir yandan da ona uyuzluk eden iş yerinde adama haddini bildirememesi, kendisinin parasını alıp yurtdışına kaçan adama karşı pek bir şey yapamaması içimde kaldı. Uyuyan bir yanardağ gibiydi bu kız, içinde kızgın lavlar kaynarken dışarıya bir şey belli etmez ama onu tetikleyen bir şey olduğu zaman ateşi çok tehlikeli bir hal alıyordu.

 Bu kızın en büyük sorunu duyguların dışarıya yansıtılmadığı bir ailenin kızı olmasıydı. Sevgi eksikliği ve değersizlik hissediyor kız. İş yerinde de yetenekli olduğu halde yaptıkları değer görmüyor, arkadaşlarıyla kafa dengi değil, eski sevgilisi dolandırıp başkasıyla kaçmış. Kız değerli hissetmek istiyor ve bakıyor ki istemekle olmuyor, faaliyete geçip Bay Gu ile anlaşma yapıyor. -Bu arada o kızın yaptığı teklifi ben yapamazdım.-

Bay Gu

  Bay Gu rolünde Son Seok Ku'yu izledikten sonra kafamda bir şey netleşti. O da şu: Kore erkekleri üçe ayrılıyor:

1. Çok çekik olduğu için korkutucu bir havası olanlar (insana bazıları tehlikeli vibe veriyor)

2. Bebeksi bir yakışıklılığı olanlar

3. Aslında yakışıklı olmamasına rağmen değişik bir aurası, karizmatikliği olanlar.

  Son Seok Ku 3. kategoriye giriyor benim için. Adam değişik bir enerjiye sahipti gerçekten. Bu yüzden bu karakteri başkası oynasa çok başka bir karakter hissiyatı bize geçerdi. Bazı oyuncuların görüntüsü karakterlerden aldığımız hissiyatı değiştirebiliyor gerçekten. 

  İlk başlarda adamın hiç konuşmaması, hakkında hiçbir şey bilmememiz ama sürekli bu kırsalda gelerek bir şeylerden kaçtığı hissiyatını almamız beni yordu açıkçası. Hadi artık bir ipucu falan bir şey verin bize de kafamızda yapbozun eksik parçalarını birleştirelim düşüncelerine daldım. Ortaya çıktığında o kadar da çarpıcı bir etki bırakmadı ama. Çünkü ben kafamda öyle şeyler kurgulamıştım ki asıl şey bunun yanından geçmezdi shhshshs. 

  Bu arada adam o kadar çok içiyordu ki izlerken karaciğerleri adına çok üzüldüm. Bir de şişeleri dizdiği bir oda vardı ya onu görünce zaten ayyy dedim bu nedir?

  Mi Jeong ile aynı insan mayasında olduklarını düşünüyorum. Öyle bir adamı anca böyle bir kadın yola getirirdi zaten. :) Aslında çok vurdumduymaz, hayattan elini eteğini çekmek ister gibi duran bir adam olmasına rağmen Mi Jeong'un ikisinin de kabuğunu kırabilmesi, değişebilmeleri için olan teklifini kabul etmesi bize bir ipucu veriyordu: Bay Gu da değişmek istiyor, içinde bulunduğu durumdan kurtulmak istiyordu.

  Bu arada adamın kıza bakışları sert ve soğuk kişiliğine zıt düştüğü için aşırı hoş bir tezatlığa sebep oluyordu. Çünkü dünyada sadece böyle baktığı tek kişi o. Bu yüzden çok anlamlı bakışlar haline geliyor işte. 

  Ama bu arada romantik olması beklenen ama benim dalga geçmekle meşgul olduğum için romantizmine odaklanamadığım 6. bölümün son sahnesi vardı. Hani o köprüden kızın uçan şapkasını alma sahnesi var ya, o atlayış, o havada süzülüş, sahnenin tekrar tekrar oynayışı ... O sahnenin Hint filminden tek farkı ne biliyor musunuz? Arkada çalan müziğin çok soft dingin bir müzik olması. Koy arkaya Teri meri meri teri prem kahani hai mushkil... Bak o zaman nasıl özüne dönüyor sahne. :) Ben dalga geçiyorum ama o sahne aslında Bay Gu'nun Mi Jeong için kendini ortaya koyduğu ilişkilerinde mihenk taşı olan bir sahneydi, orası ayrı.

  Bir de Bay Gu'nun beni çok etkileyen bir repliği vardı. Alt tarafı bir replik seni ne kadar etkileyebilir di mi? Artık ne zaman hakkım olan bir şeyi istemeye çekinsem, utansam sıkılsam o repliği hatırlıyorum. Hani dizide marangoz adam yaptığı işin parasını müşteriden alamamıştı ve almak için kendini de savunmamıştı ya. Sonra da Bay Gu gidip o müşteriye hak ettiği gibi davranıp parayı alıp getirmişti ve şöyle bir cümle kurmuştu:" Hakkınız olan parayı isterken niye suç işlermiş gibi davranıyorsunuz ki?" Düşünün sadece bir replik ama bendeki etkisi o kadar çarpıcı oldu ki durup bir an "Evet ya, ben niye kendimi suçlu gibi hissediyorum böyle bir durumda, asıl onlar suçlu hissetsin." dedim. Ve 1 aydır hakkım olduğu halde diğer meslektaşlarıma çoktan yattığı halde bana yatmayan bir paranın kesin olarak peşine düştüm. Bir aydır yatmayan para, ben kararlı ve dik bir duruş sergileyince 1,5 saat içinde hesabıma yattı. Bu repliği yazan senaristin acaba Türkiye'de yaşayan bir insanın hakkı olan parayı isterken bu replikten güç alarak parasını aldığından haberi var mıdır? Hayat ne ilginç di mi? Bazen bir replik, bir insanı nasıl etkileyebiliyor?

Yeom Chang Hee

  Lee Min Ki'yi ben daha önce Because This İs My First Love dizisinde izlemiştim ve orada aşırı donuk, robot gibi bir adamı oynadığı için çok favorilediğim bir oyuncu olmamıştı. Ancak burada oynadığı Chang Hee karakterini ben çok sevdim. Sürekli kaşlarını çatıp bir şey hakkında yüksek sesle şikayette bulunması mimikleri çok sevimli olduğu için bana batmadı. O bir şeylerden dert yanarken ben çoğu zaman kıs kıs gülüyordum. Bazen de o kadar doğru noktalara değiniyordu ki çok haklısın ya diye içimden geçiriyordum. Hoş saçmalasa da konuşurken çok tatlı olduğu için de sevimli buldum ben.

  Çalışırken yanındaki kadından nefret edişi, onun yanında bir şey diyemeyip arkasından öfkeyle dedikodusunu yapması komikti ama bir yandan da yanındaki kadına olan nefretinin alt yapısı çok derindi. Bu minvalde nefreti herkes hayatında bir yaşamıştır diye düşünüyorum. Mesela influencerlara karşı olan linç içerikli sözlerin altında bile bu psikoloji yatıyor biraz da. Onların link vererek kolayca zengin bir hayata sahip olması çok çalıştığı halde iyi para kazanamayan insanlarda öfkeye sebep oluyor. Valla ben de sinirleniyorum yalan yok şimdi. Eğer bu kişiler bu kadar para kazanmasa belki bu kadar onlara karşı irite olmazdık. 

  Bulunduğu yeri sevmemesi, araba istemesi, zengin olma hayalinin olmasını gerçekten anlıyordum. Özellikle kafasında bir plan yapıp babasına her söylediğinde babasının sinirlenmesi ve hayallerini sürekli baltalaması bizim aile yapısında da çok olan bir şeydi. O yüzden o kadar iyi anladım ki bu karakteri... Chang Hee'nin babasının bu tutumunu dedeme o kadar benzettim ki. Biz de geleneksel bir aile yapısından gelme insanlarız ve dedem de son kararı veren kişi olurdu, ona söylenmeden bir şey yapılsa ailede huzursuzluk çıkardı. Eski nesille yeni kuşağın çatışması bu. Yeni nesil işleri genişletmek için risk alma hevesiyle doludur ama eski kuşak her şeyi garantileme kafasında olduğu için mutlaka bir tartışma çıkar buradan. Ben Chang Hee ile babası arasındaki uyuşmazlığı her izlediğimde çocukluğumda ailede yaşanan o tartışmaları tekrar hatırladım. Yüzeyin altına ittiğim anılar kıyıya vurdu sanki, böyle bir iç çektim ister istemez.


  Bay Gu, ona arabasını verdikten sonra sevinci peki? O nasıl bir sahneydi öyle ya :) Yalnız arabayı aldıktan sonra üstüne bir dinginlik çöktü resmen. Ben araba sevinciyle etrafındakileri bunaltır diye düşünmüştüm. Hatta arabanın başkasının arabası olduğunu etrafındakilere açıkça belirtmesini de beklemiyordum. Hele eski sevgilisini arabaya bindirdiğinde kesin dedim " Kimi terk ettiğine dön de bir bak" mesajı verir sandım ama yok hiçbiri olmadı. Yani kısaca araba hevesini aldı ve bu takıntısını elde ettikten sonra asıl içinde derinlere attığı olaylara yönelmeye başladı. 

  Hatırlıyor musunuz bir sahne vardı. Chang Hee, annesi ve babası tarlalarından ürün toplarken yan tarlada başka bir zengin aile vardı. Bizimkiler kendi halinde sus pus ürün toplarken, yan tarafta tam bir aile cıvıltısı vardı. Bu hayatta iki tür aile vardır işte, diyeceklerim bu kadar. O sahnede yan taraf güldükçe Chang He'nin ailesinin sessizliği, bir çığlığa dönüştü sanki. Ve sonra bu iki aile yolda yarıştı ya, babaları bile gaza geldi bir an, baktı ki fakir arabasıyla onları geçemeyecek, kestirmeden gideyim derken çukura düştüler ya. İşte sen fakirsen bir yolunu bulup zenginleri geçmeye çalışsan da, ne kadar çabalasan da en sonunda olacağı bu demeye getirmiş senarist. Doğduğun ev kaderindir.

  Yukarıda yazdım ya Bay Gu'nun parayla alakalı bir repliği beni çok etkiledi diye. Chang Hee'nin de beni çok etkileyen replikleri oldu. Bunlardan bir tanesi izlerken gerçekten gözlerimi doldurdu. Çünkü ne demek istediğini tüm kalbimle hissettim. O sahnelerden biri şuydu: Babası işini bıraktı diye onu azarlıyordu ve babasına verdiği cevap şuydu:" Hayır ben gerçekten çok zorluk çektim. Siz bütün gün hiç konuşmayıp makinelerle çalıştığınız için insanlarla çalışmanın ne kadar zor olduğunu bilmiyorsunuz. Yine de yüzümü asmadım, başım belaya girmedi. Ayrılırken bana hediye verdiler. Bu kadarı yeterli değil mi?" Bu gerçekten işi insanlarla olan herkesin çok ama çok hak vereceği bir sözdü. Sadece yaşayanlar bilir bu durumu, insanlarla uğraşmak zor değil, çok çok zor.

  Chang Hee'nin bir tane daha kalbime işleyen sahnesi vardı. Annesi öldükten sonra babasını yalnız bırakmamaya ona destek olmaya çalışması malumunuz. Bir gün annesinin ardından ailece sahilde yürürlerken babasına şöyle demişti:"Hala yanında üçümüz varız. Seni seviyorum." Bu cümle beni aldı yıllar öncesine götürdü. Babam vefat ettiğinde anneme bu cümleyi kullanmıştım. Birebir aynısı. İnanamadım bu dizide benim karşıma çıkmasına. İşte benim gerçekliğimle dizinin bu kadar uyuşmasının sebebi senaristin ailesinden birini kaybetmiş insan psikolojisini bu kadar iyi tespit edebilmesi, yansıtabilmesi. Zaten kardeşlerin anne kaybını kişiliklerine göre farklı şekillerde dışarı vurmaları da çok yerinde bir gösterim olmuştu. Ben de aynen Chang Hee gibi annemin (ona göre babasının) ne kadar üzüntü içinde olduğunu düşünüp kendimi onu mutlu etmek isterken buluyordum sürekli. Gidene üzülüyorsun orası ayrı, kalana da ayrı üzülüyorsun. Kaç yıllık eşini kaybetti kim bilir ne hissediyor şu an diye kafayı yiyorsun. Ve işte ortada annesine/babasına böyle cümleler kuran evlatlar oluyor.

Yeom Gi Jung

  Arkadaşlar ben ileride bu kadına dönüşmekten çok korkuyorum. Hep muhtemel sonum bu kadına dönüşmek olabilir diye korkarak izledim. Ben de kimseyi beğenmiyorum, yaş gelip geçtiğinde ise bu kadar şanslı olmayacağız. İşte o zaman hiç benlik olmasa da "evlenmek için evlenme" moduna girmeye korkuyorum. Mesela 35 yaşında bir kadının karşısına çıkan erkek sayısı zaten düşük oluyor, çoğu evlenmiş oluyor çünkü. Geriye kalan bekarlara da şu gözle bakıyorsunuz bu yaşa kadar evlenmediyse bir şey vardır bunda. Yahut çok yaşlı gelir veya evlenip boşanmıştır. Tabiki bunlar olabilir ama evlilikte denklik önemli bence. Mesela bu dizide Gi Jeong, çocuklu bekar babayla olmaz diye bir önyargıya sahip diye çok tepki topladı ama kadın hiç evlenmemiş, hiç anne olmamış. Bir anda ergen bir kızın nefretini kazanıyorsunuz düşünsenize. Valla bir yerde haklıydı. Şimdi 25 yaşındayım ama gerçekten bu kadının içinde bulunduğu sıkıntılı duruma düşerim diye hafiften bir tırsıyorum.

  Aynı zamanda beni çok güldüren bir karakterdi. İş yerinde herkese çıkma teklif eden adamı düşünüp "Neden bir tek bana etmedi?" diye düşünmesi de çok saçma ama aynı zamanda dünyanın en mantıklı düşüncesi. Hadi itiraf edelim, bazen sizin de etrafınızda sevgilisi, eşi olan insanlara bakıp "Ay şunun bile bir seveni var ya" diye düşünmüşsünüzdür. Valla ara ara bana böyle düşünceler geliyor, sizi bilmem. İnsan da şöyle bir düşünce oluşuyor: "Ulan benim bunlardan ne eksiğim var?" Gi Jeong, adama aşık falan da değildi, sadece bütün kızlar adamdan teklif almışken kendisinin atlanması gururunu incitiyordu. Gidip adama sorması, adamın buna taktik vermesi komikti. Bu arada Tae Hun'dan soğuduktan sonra bu adamla shiplemiştim ben bunları. Keşke vasıfsız Tae Hun'dan ayrılıp bu adamla yoluna devam etseydi. Adam da sandığımız kadar vasıfsız çıkmadı, ben sonradan sevdim bu adamı, samimi geldi.

  Sonra Tae Hun'a ilanı aşk yapma planı aşırı komikti ya. Reddedilirse erkek kardeşi ona yalandan çarpacak, o da hafızasını kaybetme numarası yapacaktı ya. O sahneye aşırı güldüm. Hele motorla buna çarptıktan sonra Chang Hee'nin buna gelip kalk kalk  demesi çok iyiydi. Ama sonra eve gidip hüngür hüngür ağladı ya o sahnede hem güldüm hem de gözlerim doldu. Güldürürken birden duygulandırması yani dizideki bu duygu geçişi de aşırı hoşuma gitti. Mi Jeong bile ağlamaklı oldu ya düşünün artık. Annesi de doğrudan şefkat gösteremediği için güya kızarmış gibi yapıyordu ve o da "Canım yanıyor." diye ağlayarak cevap veriyordu ya böyle bir dejavu oldum. Buna benzer anılarım tetiklendi birden. Bazen ben de ağladığımda annem ağladığım için kızar. Aslında ağlamama dayanamadığı için yapar bunu ve ben de böyle ters cevap veririm. Sanki paralel evrende hayatımdan bir yansıma görmüş gibi oldum bu sahnede. Hatta şunu düşündüm, çoğu izleyici için sıradan olabilen bir sahne, şu an benim için çok özel, çünkü farklı versiyonu yaşandı.

  Evin büyük ablası olarak annesine halasının yaptıklarını unutmayışı ve kardeşler arasında en öfkelinin o oluşu... Çünkü evin en büyük çocuğu ve olanlara daha çok tanık oldu muhtemelen. Annesi öldükten sonra onun işlerini devralınca "Annem çok çalışmaktan öldü kesin" demesi de içimi burktu. Neyse ki annesi ölmeden çıktığı adamı görüp kızı adına mutlu olmuştu.


  Ben Tae Hun'un Gi Jeong'u mutlu edebileceğini düşünmüyorum bu arada. İkisinin hayattan beklentileri çok farklı bana göre. Tae Hun, Gi Jeong'un onu yormamasını seviyor. Çünkü koşarak yemek buluşmasına geldiğinde ve telaşlı bir şekilde açıklama yaptığında Gi Jeong sakinleş bir nefes al dediğinde kalakalmıştı ve o da ona sevgiyle bakmıştı. O an orada bu düşünceye sahip olmuştum. Ki bence Gi Jeong "Bu yaştan sonra başkasını bulamam." kafasıyla adamı kendinden uzaklaştıracağım diye sürekli tetikte davranıyordu. Sanki kendi kişiliğini, onu kaybetmekten korktuğu için adamın yanında açığa çıkaramıyor, tam anlamıyla kendi olamıyor gibi geldi. Ki Tae Hun'un cadaloz ablası ve ergen kızı izlerken beni sinirlendirdi. Birini sevmemek başka, ona kaba davranmak başka. Tae Hun'un kızın hayali evlenmek olmasına rağmen oyalaması da sinirimi bozdu benim. 

Anne

  Bu kadının hayatı da aslında sürekli çalışmakla geçmiş ve gün yüzü göremeden de öldü. Özellikle eski dönem kadınlarının çoğunda olduğu gibi. Bütün gün çalışırsın ve kimseden de takdir görmezsin. Ben bu konuda da kendimi eleştirebilirim mesela. Tek yaşamaya başladıktan sonra şunu fark ettim. Annem benim farkında olmadığım en küçük şeyleri bile hallederek aslında hayatımı sandığımdan daha fazla kolaylaştırıyormuş. Evde yalnız kalınca en ufak en küçük işleri bile yapmasam her şeyin olduğu yerde kaldığını görünce annemin kıymetini daha iyi anladım. İşten geldiğinde bile hemen annenin yemeğini hazır edip önüne koyması ne büyük nimet. Ama işte biz bunlara alışık olduğumuz için annemizin hayatımızdaki önemini onun eksikliğini tatmadan fark edemiyoruz.

  Bu dizideki anne karakteri de aslında sürekli çocuklarından ve kocasından yakınan biriydi. Bazen ben bile izlerken kadının sürekli söylenmesinden bunalıyordum ama insan sürekli ev işi yapınca ve kendini ev robotu gibi hissedince sinirlenmesi de çok doğal. Kaldı ki asla sevgisini belli edemeyen bir kocası var. Hiç unutmam bir keresinde çocuklarının çocukluk fotoğrafına bakıp gülümsemişti, orada anlamıştım aslında kadının da duygularını belli edemediğini.

  Ölümü çok hüzünlüydü. Oğlunun yemeğin yanmasına kalkıp annesi ses vermeyince öldüğünü anlaması, dışarı fırlaması, babasına seslenmesi... Hayat böyle işte, bir varsın bir yoksun. Çalışıp didiniyorsun ama bir bakmışsın ömrünü çalışmakla geçirip tüketmişsin, sonra da sana ayrılan sürenin sonuna gelmişsin. Çocuklarının o öldükten sonra annelerinin yaptıkları işi devralmaları ve annelerinin ne kadar çok iş yaptığını fark etmeleri çok hüzünlü hissettirdi izlerken. Özellikle annesinin son yaptığı yanmış yemeği çöpe dökmeleri kısmında...Yalnız anne öldükten sonra bu ailede içsel bir uyanış oldu. Ailenin önemini anladılar. Sofrada artık daha hüzünlüydüler ama hayatın devam ettirmeleri gerektiğinin farkında olarak güçlü durmaya çalıştılar. Annelerinin ölümüyle şehre taşındılar. Aslında bir yerde kanatlanıp uçtular. 

Baba

  Bu baba karakteri Türkiye'nin X kuşağı baba modeli. Ya ben eminim ki bu yazıyı okuyan kişilerin %85'inin ya babası ya dedesi amcası ne bilim işte bir erkek akrabası bu modeldendir. Bu tarz aile babaları çocuklarıyla sevgiyle, şefkatle kuramadığı bağı çocuklar üzerinde bir otorite kurarak kurmaya çalışır. Benim dediğim olacak, kendi başına kararlar alamazsın, alsan da yapamazsın, beceremezsin, bunu yap, bunu yapma, en doğruyu bir ben bilirim... Aslında çocuklarını içten içe sever ama sevgisini gösteremez, çünkü göstermeyi bilmez. Çünkü böyle bir hayatın içine doğmuş, böyle görmüş, çocuğuna da bunu yansıtıyor.

  Karısı öldükten sonra bu adama çok üzüldüm. Bir de sırf kendine bakacak, işlerini halledecek diye hemen kadınla evlenmesi detayı çok gerçekçiydi. Çünkü bu tarz erkeklerin çoğu aynen de böyle yapar. Hayatlarını çekip çeviren bir kadın olmadan yapamazlar. Ama eski karısının da yerini dolduramadığı çok bariz belliydi. Adamın gözlerindeki devasa hüzün bunu bize gösteriyordu.

  Adamın karısı öldükten sonra bir gün çocuklarla yemek masasında otururken Mi Jeong'un babasından borcunu uzun zamandır sakladığının ortaya çıkması bir şeyi fark ettirdi: Çocukları başına kötü bir şey geldiğinde onunla paylaşmayıp saklıyordu. Çünkü onun tarafından eleştirileceklerini, azarlanacaklarını biliyorlardı. Kızı da bunu yaşamaktansa o borcun altında tek başına ezilmeyi yeğlemişti işte. Aslında bunu hepimiz yaşamışızdır. Ben son zamanlarda aileme bir derdimi anlattığımda onların derdimi çözüm bulmadan önce hatalarımı eleştirmelerinden bıkıp artık açık açık yüksek sesle söylemeye başladım. Tamam diyorum e napayım zamanı geri alamıyorum, ne yapayım yani oldu bir kere ve zaten çok çok üzgünüm, siz benim üzüntümü gidereceğiniz yerde beni daha da üzüyorsunuz. Böyle diyince gerçekten tam tersini yapıp teselli etmeye başlıyorlar shshhshs. Bir keresinde hiç unutmam 350 Tl'mi yaptığım bir gerizekalılık sonucu hiç etmiştim ve bunu aileme nasıl anlatacağım diye aşırı üzülüp uykularım kaçmıştı. O zamanda dört sene önce mi ne, 350 Tl daha değerliydi, bir de işim falan da yoktu, paranın kaynağı annemden geliyordu yani. En sonunda anlattığımda ben bir ağla, aynı bu yemek masasındaki Mi Jeong gibi. Annem en sonunda normalde asla demeyeceği halde yav senden önemli mi 350 Tl, boşver tamam demişti. :) Bazen ailelere böyle dank ediyor işte.

My Liberations Notes Final Yorumu

  Çok uzatmak istemiyorum bu kısmı, genel geçer konuşacağım:

  Bir kere dizi gerçekçi bitti. Bir masalın sonuna gelmişiz gibi değil de bir kesim insanın hayatından sunduğu küçük pencerenin artık kapanması gerekiyormuş gibi bitti. Sanırım alt mesaj olarak hayatın tamamı bir kurtuluş süreci demeye getirdiler. Kesinleşmiş bir mutlu son dizinin anlatmak istediği şeye ters düşebilirdi.

  Mi Jeong'un artık gözlerinin içi güler şekilde görmek hoşuma gitti. Önceden o kadar ruhsuz dolaşıyordu ki bazen izlerken bile onun ruhsuzluğu sanki bana sirayet edecek gibi rahatsızlık vericiydi. Işıl ışıl bir genç kız gibi olması oh sonunda dedirtti. Hayata dair duyduğu tüm tükenmişliği kendisini borçlandırıp kaçan adama sebep olarak yüklemişti ve gördük ki artık o adam bile o kadar sinirlendirmiyor onu. Güzel gelişme! 

  Bay Gu, alkol bağımlılığından kurtulacak gibi. Sinyaller alındı. O da artık daha mutlu. Ve muhtemelen Mi Jung ile bir yol çizecekler kendilerine. 

  Chang Hee'nin kararına ben sevinemedim. Çünkü ölmek üzere olan insanlarla sürekli takılmanın insan psikolojisine iyi geleceğini düşünmüyorum. İnsanlar ölürken yanlarında olmasının bir işaret olduğunu düşünüp kendini bu alana yöneltmesi... Humm.. Ne bilim şey... Yani insanlara yardım etmenin sadece ölüm anında onları rahatlatma gibi tek bir seçeneği yok ki. Ama senarist seviyor böyle şeyleri bence. My Mister'da da elini eteğini dünyadaki her şeyden çekmiş tapınakta yaşayan bir karakter koymuştu  Chang Hee'yi ben sükunet içinde sakinlik içinde değil de bıcır bıcır konuşurken daha çok sevdiğim için bu rolü üzerine oturtamadım. Muhtemelen dizi burada insanın ait olduğu şeyi bulunca ruhunun sakinleşeceği mesajını vermeye çalışıyor ama ben Chang Hee'ye yakıştıramadım ya ne bilim.

  Gi Jeong'un Tae Hun'la nasıl bir yol izleyeceği de açıkçası kafama yatmadı. Tamam anladık birbirlerini seviyorlar ama aşk maşk geçici... Hayattan beklentilerinin örtüşmesi lazım ki bir yol arkadaşı olabilesin. Ama napalım işte. Gi Jeong daha iyilerine layık hala benim kafamda. 

  Sonuçta her şey mükemmel mi bitti? Hayır ama dizinin göstermeye çalıştığı biraz da zaten hayatın mükemmel olmadığı. Dizide de vurgulandığı gibi günde beş dakika bile olsa mutlu olabilecek bir şey bulup diğer gün için bir yaşama sebebi bulabiliriz. Yapabiliriz bunu. 

  Her şey değişebilir. 

  Bundan sonra beni kimse sevmez dersin sever. 

  Hep böyle mutsuz olacaksın sanırsın ama mutlu olursun. 

  Hayatta yakınlarını aniden kaybedebilirsin. 

  Hiç beklemediğin anda tüm hayatın alt üst olabilir.

  Yani iyisiyle kötüsüyle hayat bu. 

  Küçük adımlarla da olsa kendimiz için elimizden geleni yapıp kendi kurtuluşumuzu ortaya koyabiliriz. 

  Hiçbir şey değişmese bile en azından ben denedim deriz. 

  Hadi benden bu kadar kendinize iyi bakın.

Beni İnstagram'da da takip etmek isterseniz şuraya tıklayın.

2 yorum:

  1. Bu diziye yorum görmeyince şaşırdım doğrusu.😊 Bende bugün bitirdim diziyi. Bi bakiim dedim, acaba bi yorumun varmı diye. Okumamışım daha önce, hayret.
    Çok güzel yorumlamışsın diziyi. Bendede ilk başlarda yavaş ilerledi dizi ve kaç defa devam etsemmi diye tereddüt ettim. Bendede çünkü bi bıkmışlık hali vardı anne olarak. Yalnız olmadığımı hissettim ama bi taraftanda kendimede dersler çıkardım oradaki anneye ve babaya bakarak. Final içinde bende genel olarak senin gibi düşündüm. Gi yeong kesinlikle daha farklı bi insanla birlikte olmalı. Sanki bi hüzün var aralarında buluştuklarında falan. Ergen kızı yüzünden evlenememeleride çok üzücü. Değermi yıllarını böyle heba etmeye bu adamla?
    Mi Jung'la Gu'nun daha ele avuca tutulur mutluluklarını görmek isterdim. Bana bu yeterli gelmedi finalde.
    Son olarak hayırlı Ramazanlar dilerim. Görüşmek üzere..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim, bu tarz dizilerde sonucu kesinleşmiş bir son görmenin pek de mümkün olmadığını acı tecrübelerle anlamış olduğumdan çok da şey yapmadım, daha iyi bir son olabilirdi ama artık kabullendim böyle sonları :)
      Görüşmek üzere

      Sil