16 Ağustos 2016 Salı

Film Partisi Vol 2

  Merhaba Arkadaşlar
  Kitap okuyamadığım zamanlar daha çok film izlemeye vakit ayırmıştım. Aslında izlediklerimin hepsini bu yazıma koymayacağım. Çünkü çok beğendiklerime toplu bir listede yer vermek istemiyorum. O filmler için ayrı bir başlık açmazsam içim rahat etmeyecek. Bu arada birazdan bahsedeceğim filmleri de çoğunlukla beğendim. Bence bu filmlerin hepsi çok farklıydı. Yani her birinin farklı bir olayı olduğunu düşünüyorum. Konusu olsun sonları olsun çok başkaydı.Lafı uzatmadan film yorumlarına geçiyorum.

    DEMOLİTİON


  Bu filmi  Jake Gyllenhaal'ın oyunculuğunu çok beğendiğim için izlemek istedim. Filmin konusu da hoşuma gitmişti. Demolition Türkçe'de yıkım anlamına geliyor. Ancak ülkemizde Yeniden Başla diye kafalarına göre çevirmişler. Demolition karısını kaybeden Davis'in bu olaydan sonra tüm hayatını sorgulamaya başlamasını konu alıyordu. Karısını kaybettikten sonra adam ağlayamıyor falan  ve etrafındaki her şeyi kırmaya eğilimli bir hale geliyor. Film adını da buradan alıyor olsa gerek. İşlenişi çok farklı olan bir filmdi. Hiç böyle bir film izlemeyi ummamıştım. İlk başları bence sıkıcıydı. Gerçekten sıkıldım ama sonra filmi beğendim. Hatta sonlara doğru gözlerim doldu. Bana kalırsa bu filmdeki mesajı herkes anlayamaz. Psikolojik yönü ağır basan Demolition, kimilerine göre vasattan öteye de geçmeyebilir. Yani film biraz sizin bakış açınıza göre değer kazanacaktır. 

  Belki komik olacak ama sadece şunu merak ediyorum. Davis, fakir olsaydı da evini barkını öyle kırıp dökebilir miydi? Bazen benim de içimden bir şeyleri kırmak geliyor. Sonra parası aklıma geliyor ve vazgeçiyorum. O yüzden biraz filmde kırma dökme işini abarttıklarını düşünüyorum ve koca bir ''Hadi lan oradan, gerçekte gel kır da görek.'' diyorum. Bunun dışında Jake Gyllenhaal yine döktürmüş bilmem söylememe gerek var mı?

HACHİKO: A DOG'S STORY


  Hachiko gerçek hayatta yaşanmış bir olayı anlattığı için çok şaşırmıştım. Hala da düşünüyorum bir köpek sahibini 9 sene hiç vazgeçmeden nasıl bekler? İnsan hayrete düşüyor. Tam da filmlere konu olacak türde ki zaten film olmuş. Bir köpek ve insan arasındaki kurulan özel bir bağı konu alan Hachiko, gayet güzel bir filmdi. Yalnız filmi izleyen herkes o kadar çok ağlamalarıyla ilgili yorum yapmış ki bir nevi bağışıklık kazanmış olmalıyım. Ben ağlayamayan azınlık kesimdeyim.
Hayvanlarla insanlar arasında kurulan bu bağa yakın zamanda bizde ailecek tanık olduk. Amcamlar tatile gidince onların kuşuna biz baktık ve resmen bağlandık birbirimize.  Yavrucak bizden ayrılınca depresyona girdi.Ayrılmak çok zor geldi, zaten ne zaman biz amcamlara gitsek kuş çok mutlu oluyor. Bu da böyle bir anımdır.

LEON


  Çoğu kişinin izlediği, kült filmler arasına girmiş Leon'u artık izleyip aradan çıkartmak istedim. Her yerde filme ait bir şeye rastladığıma bakılırsa izlemeye geç bile kaldım. Neyse filmi gerçekten beğendim. Hiç sıkılmadan, merakla olacaklara odaklandım. Karakterler çok kendine özgüydü. Kötü karakter bile efsane bir kötüydü. Filmlerde böyle farklı kişilikleri izlemeyi zaten çok severim. Ancak içimdeki anaç ruh, küçük yaşta böyle şeylerin içinde olan kızı azarlamak istedi. Mathilda'nın yaşında kim olsa öyle kolay atlatamazdı. Yani gerçek hayatta bence bu yaşananlar biraz sıkar. O yüzden aman film işte diyerek geçiyorum. Filmin yanlış anlaşıldığı ve bu yüzden çok eleştirildiği bir nokta var. Eğer izlemediyseniz şunu söyleyebilirim: Bu filmde aşk yok, günün birinde sevgiyi keşfeden iki insan var.  Ve bence filmlerde sevgiyi anlatmak çok kolaydır ama böyle bir kurguyla sevgiyi anlatmak zordur.  Eğer güzel ve bir o kadar da farklı bir şeyler izlemek istiyorsanız Leon'u öneririm. Müsadenizle son cümlemi söylemek istiyorum: Abi çok iyiydi yaaa...

ATONEMENT



  Atonement bizdeki adıyla Kefaret listemin farklı bir aşk hikayesine sahip olan filmi.  Keira Knightley ve James Mcavoy'u daha önce tarihi aşk filmlerinde izlemiştim. İkisini bir projede beraber görünce ve filmin konusu da ilgimi çekince izlemeye karar verdim. Oyunculuklar gayet başarılıydı. Yalnız filmin çoğunlukla kasvetli bir havası vardı ve bu beni bazen bunalttı. Film sadece küçük bir yanlış anlaşılmanın nelere sebebiyet vereceğini ortaya apaçık serdi. Filmdeki ters köşeyi hiç beklemiyordum. Şaştım kaldım desem yeridir. Özellikle filmin sonu çok çarpıcıydı.Savaşın insanlardaki etkilerini de bir yandan görüyorsunuz.Ve her şeyin bir bedeli olduğunu da... 

TALAASH


  Aamir Khan'ın son zamanlarda çıkardığı filmleri arasında izlemediğim bir tek Talaash vardı. Artık onu da izlemiş bulunuyorum. Klasik bir Aamir filminden biraz daha uzaktı. Filmi kesen danslı müzik sahneleri yoktu. Zaten Talaash biraz kasvetli bir filmdi ve bence dans sahneleri bu filmde abes kaçardı. İtiraf etmek gerekirse başlarda çok sıkıldım. Hiçbir şeyi yarım bırakamama huyum olmasa belki izlemeyi bırakırdım. Ancak genel olarak baktığımda filmi beğendim.Film polisiye yönü ağır bassa da dram kısmını da barındırıyordu. Bence filmi izleyenlerin asla düşünemediği bir sonla bitti. Ben de hiç böyle bir son beklemiyordum. Sırf o son için bile izlenebilir.

THE DANİSH GİRL 


  The Danish Girl'ü hem beğendim hem de beğenmedim aslında. Eddie Redmayne müthiş bir oyuncu ve bu zaten gün gibi ortada. Ve bence bu rolü ondan başkası bu kadar iyi oynayamazdı. Sadece oyunculuk olarak değil,fiziksel olarak da role çok uygun.Oynamıyor yaşıyor adeta, buna diyecek hiçbir sözüm yok. Ben filmi izlemeden önce filme konu olan tarihteki ilk transseksüeli Einar Wegener'ın hayatını okumuştum. Filmde gerçek hikayeye ne kadar sadık kaldılar şüpheliyim. Filmin görselliği gerçekten çok güzeldi. Ancak çok fazla açık sahneler vardı ve bence gereksizdi. Herkesin kendi tercihi ama bana sanki bu sahneleri normalleştirmeye çalışıyorlar gibi geliyor ve bu sahnelerden rahatsız oluyorum. İzleyip izlememek size kalmış ama izlemeyenin de çok fazla bir şey kaybedeceğini sanmıyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder