2024'ün beklemediğim derecede beğenimi kazanan dizisi Mr. Plankton oldu.
Önceden ne dizi haberini görmüştüm ne de dizi hakkında bir bilgim vardı. Her şey sosyal medyadan dizi kesitlerinin üstüme bombardıman edilmesiyle başladı. Genelde Amerikan film dizi kesiti paylaşan insta hesabı bile bu diziden kesit paylaşınca şaşırmıştım. Özellikle Wo Do Hwan'ın tek koluyla kızı bataklıktan çıkardığı o meşhur edit Eskiden dizi oyuncularına bakıp dizi seçerdim ama artık edit videolarından etkilenerek dizi seçip izler oldum. Mr. Plankton da onlardan biri oldu.
Mr Plankton Genel Dizi Yorumum
1.Önce olumsuz yorumla başlayayım. Keşke dizinin açılış sahnesi ileriden spoiler vermeseydi. Bu çoğu insanın diziye başlamama sebebi oldu. Yalnız Woo Do Hwan bile bunun farkında olmalı ki adam çareyi bir hayranına şöyle cevap vermekte bulmuş.
Yalnız asıl mesele o da değil. Ben dizi boyunca nasıl olacak diye beklediğimiz o sahnenin biraz gizemli kalmasını beklerdim. Hangi anda ve nasıl olacağını merak etmeden izlemek bir tık kendi tahminlerimizi yapmamızı elimizden aldı. Ki devamında da pek bir şey olmadan, yeni bir sahne göstermeden pat diye bitti dizi. Bari ek bir sahnesi daha olsaymış, en sonu da en başa koymayın. Devamına eklenecek birkaç sahne varsa bu yöntem çok etkileyici aslında ama zaten tam da en sonuysa insanı hafiften bir sinirlendiriyor. Vagabond gibi mesela.
2. Kime sorsam veya hangi yorumu okusam şu kafa yapısı: Ama sonu çok kötü bitiyormuş ben izleyemem. Ya iyi de amaç mutlu son izlemek mi yoksa kaliteli bir yapım izlemek mi? Eğer bir dizide senaryo iyiyse sonunun nasıl bittiği umurumda olmaz, iki üç gün düşünür üzülürüm ama sonra izlerken hissettiğim duygulara bakarım. İster mutlu ister mutsuz olsun bana bir şeyleri geçirebilmiş mi ona bakarım ki abi üç gün üzülürsünüz sonra unutur yeni diziye başlarsınız niye herkes bu kadar etkilenmeye müsait ya da neden azıcık sahte senaryoya üzülmekten korkuyorsunuz? Valla sizi çok üzerler bu dünyada bu kadar hassas olmayın arkadaşlar - hönkürerek ağladıktan sonra yazdığım yorum-
3.Bu ilk maddeyle çelişen bir şey söyleyeyim mi peki size? Dizi dram kasmıyor, mizahı da çok güçlü aslında. Mesela Uncontrollably Fond'un senaristi bu senaryoyu yazsa öyle bir dram kasardı ki içiniz kıyılırdı ağlamaktan. Ama buradaki senarist dizide geçekleşeceğini daha ilk dakikadan bildiğimiz olayı ajite etmiyor. Hatta ben bir ara ya adam sen başına gelen felaketin farkında mısın ne bu rahatlık diye düşünüyordum. Olabilecek en karanlık konu en aydınlık ve en mizahi şekilde dengelenmiş bence. Malum sona rağmen ben çok eğlendim. Bunu eleştirenleri de gördüm ama bazı insanlar ki bunlar geçmişinden dolayı kimseye ve hatta dünyaya bile tam aidiyet hissedemeyen insanlar bu tarz bir savunma mekanizması geliştirebiliyor. Bu da bir hayata ve ölüme bakış açısı bence. Ki başrolümüz ölümden korkmuyor da değil sadece korkusunu ciddiye almamaya çalışıyor ki bu da bazı sahnelerde çatlak veriyor.
4. Senarist daha önce It's Okay Not To Be Okay dizisini de yazmış ki ben o diziyi izleyip bazı yönlerden duygusal aktarımlarını başarılı bulmuştum. Zaten diziyi izleme sebeplerimden biri de senariste olan olumlu düşüncelerimdi. Ve hikaye basit gibi gözüküp içinde farklı eklentileri barındıran, klişe gibi duran ama benzer temalı dizilerden de farkını ortaya rahatça koyabilen türdeydi. Bence bu kıvamı tutturmak çok zor. Bir de tempo hiç düşmüyor, bir bölümde dahi sıkılmadım, hep şimdi ne olacak sırada ne var acaba modunda izledim. Hikayeyi elbette tahmin edebilirsiniz ama burada gerçekten uzun zamandır hissetmediğim bir merak duygusu sardı beni. Hikaye nasıl bağlanacak, nereye varacak, karakterler nasıl karşılayacak durumları diye merak ettim. Uykum gelmedi, 2x'e takmadım. Bu devirde dikkat seviyemiz yerlerdeyken bunu yapabilmek çok zor bence.
5.Aslında dizinin adının Mr. Plankton olması boşuna değil. Adını ilk duyduğumda plankton ne alaka demiştim ama dizide verilmek istenen mesajla oldukça örtüştüğünü anlıyorsunuz bölümler sona yaklaştıkça.
"Bütün balıklar plankton yer. Besin zincirinde en alt sırada, okyanusun dibinde yer alır. Ama havalılar. Bu gösterişsiz varlıklar ışık yayarken aynı zamanda bolca oksijen üretir. Hayatımız ve bu ekosistem oksijene bağlı. Bu gösterişsiz varlıklar aslında çok kıymetli."
Plankton imgesini senarist senaryoya çok güzel yedirmiş. Hae Jo aslında dünyada besin zincirinin en altında olan planktonlar gibi. İşe yaramaz ve bencil bir insan zannediyorsunuz ama izledikçe dizide kaç kişinin hayatına ışık olduğunu anlıyorsunuz.
Mesela dizideki ayakkabı da bir imge olarak oldukça dikkatimi çekti. Tamam tamam itiraf ediyorum ki ilk önce tatlı bir ayakkabı olmasıyla dikkatimi çekti. Sonra ayakkabının ikinci el olmasına rağmen Jae Mi'nin onu giyince mutlu olması, ayakkabıya iyi bakması sebebi şu sözlerle verilmişti: "Sokaktaki şeylere hep üzülürüm. Sokaklarda kalmak insanın asıl değerini etkiliyor. Bu bir kez atıldı. O yüzden buna daha çok değer vermeliyim." Bu repliklerden sonra bir kez daha emin oldum ki Mr. Plankton, terk edilmiş insanların üzerinde kalan etkileri çok güzel ortaya seriyor. Bunu bir ayakkabı üzerinden anlatması bile oldukça ustaca. Dizi bittikten sonra influence oldum ve internette aradım. Tabiki Süperga'nın eski bir modeli olduğu için bulamadım ama aynı markaya ait benzer bir ayakkabı buldum. Muhtemelen de alacağım. Çünkü ben K-dramalardaki imgelerin oldukça etkisinde kalan biriyim ve ilk kez ulaşabileceğim fiyatta ve ülkemizde satışı yapılan bir eşya buldum. Ve amme hizmeti buyrun linki: tıkla. mecburi #reklam
6. Malesef köylü ve varotik alt benliğimin en sevdiği tropeların çoğu bu dizide vardı. Neler mi onlar?
Nefret-aşk çelişkisi
Bad boy görünümlü ama hassas kalpli karizmatik serseri başrol
Düğünden kız kaçırma ve yakalanmamak için türlü aksiyonlar
Var böyle zaaflarımız napalım: i am just a girl in the world...
7. Bunların dışında beni Müge Anlı'da bile istisnasız her seferinde ağlatmayı başaran kayıp çocukların ailesini bulma mevzusu... Diyeceksiniz ki bu konuda yaran mı var ama yok. Dümdüz çok duygulanıyorum, resmen zayıf noktam. Bakın ben bir keresinde Youtube'da öneri videolarda Müge Anlı'da ailesini arayıp kavuşan bir kişinin videosuna tıklamıştım. Sonra aynı konudan başka kişilerin de ailelerine kavuşma video önerilerini sağda görünce açıp izlemiştim saatlerce. O akşam ben ağla ağla mahvolmuştum. Hayır bir de ağlayacağımı bile bile izliyorum, nasıl bir manyaklık düşünün. Bu dizide de iki başrolün de ailesiz olması, kızın doğum gününü bile bilmeyişi, oğlanın sırf bu aile mevzusu yüzünden bağlanma problemlerinin olması beni çok etkiledi. Çarptı adeta ve biliyorsunuz ki ben beni duygusal anlamda çarpan şeylere sararım.

8. Ve gelelim bir dizinin en önemli desteklemelerine yani sinematografi, oyunculuk, müzikler, prodüksiyon vs.
Bölüm sayısı tam kıvamında.10 bölüm olduğu için baymıyor.
Sinematografi güzel zaten kırsalda çekilen yerler çok güzel malzeme sunmuş. Mesela ben dere kenarındaki sahnede suya ayaklarımı sokmak istedim.
California Dreamin şarkısı ve o sırada çıkan sinematik videonun uyumu da çok iyi şekilde duygusal derinlik eklemiş. Şu aralar açıp şarkıyı dinliyorum. Bunun dışında ben arka fon müziklerine de çok önem veririm, bunun arka planda çalan bir müzik cidden aklıma kazındı, Ost albümünü aratıp hemen buldum onu da. (Snow, Umbrella, Sleet zaten üçü de aynı bestenin farklı versiyonu)
9. Tüm yazdıklarıma ilaveten şunu söylemek istiyorum arkadaşlar. ZEVK MESELESİ. Beni biliyorsanız, dizi zevkime güveniyorsanız ben diziye kapıldım. Herkes sevecek diye bir şey yok tabi. Zevklerimiz benziyorsa seversiniz gibime geliyor.
Dikkat: Bu kısımdan sonrası spoiler içermektedir.
Beni İnstagram'da da takip etmek isterseniz şuraya tıklayın.
Devam edecekler için müzik arka planımız hazırdır, buyrunuz:
Karakterler
Hae Jo (Woo Do Hwan)
Bakın ben The King Eternal Monarch dizisinde ilk görmüştüm Woo Do Hwan'ı ve Lee Min Ho'yu çoğu sahnede gölgede bıraktığından bahsetmiştim. Blogda yazısı vardır. orada görürsünüz. Dedim ki bu çocuğa acil başrol verilmeli, yan rollerde harcanıyor. Neyse birkaç dandik dizi ,yaptı askere gitti döndü derken yok yani kusura bakmayın da oyuncu tek başına yeterli değil artık. İzlemem için hikayenin de bana hitap etmesi gerekiyor. Sonunda Mr. Plankton'la kendini daha geniş kitlelere gösterebileceği bir iş yaptı. Ha bu bizi kesti mi hayır çünkü daha iyi biten sonlu bir dizide görmemiz lazım. Bu dizide sineye çektik ama bir daha olmaz. (Kesin şimdi gider vurdulu kırdılı dizilerde oynar he)
Bir kere rol tam üstüne biçilmiş gibiydi. Tam böyle umursamaz gibi görünüp aslında bir gram sevgiye muhtaç halleri, sevgisini gösteremediği için sevdiklerine sataşması, serseri gibi ortalıkta gezmesi ama çocukluktaki terk edilme travmalarının onu bu hale getirmesi, terk edilme korkusu yüzünden terk etme tripleri... Bazı insanlara bakarsın mesela yüz şeklinden sana bir hissiyat geçer ya, bence Woo Do Hwan'ın tipine giden de bu roller. Tam bir bad boy erkeği vibe veriyor.
Woo Do Hwan'ın oyunculuğu baya iyiydi bu arada. Sessiz acı çekmeleri, üzüntüsünü saklarken ki halleri, umurunda değilmiş gibi davranıp aslında aşırı umursadığını gösteren sahnelerde ve tabiki ağladığı sahnelerde bu kadar iyi oynayabildiğini bilmiyormuşum dedirtti.
Şöyle eleştiriler görüyorum: "Öleceğini öğrenen bir adam neden eski sevgilisinin düğününe basıp onu kaçırır?" Çünkü kaybedecek hiçbir şeyi yok arkadaşlar. Zamanında bağlanmak istemediği için ayrıldığı bir kız var. Hala sevdiği bir insanla kalan ömrünü hayatı boyunca merak ettiği şeyi bulmaya çalışarak harcamak istedi. Ki bu kız da aynı kendi gibi ailesiz olduğu için onu anlayabilecek tanıdığı tek insan. Üstelik bu kızın sırf çocuğu olsun diye kendisine uymayan biriyle evlendiğini anlıyor. Buna sebep olanın yani kızın hayatını bu noktaya getirenin de kendisi olduğunu biliyor. Güzel güzel kızla konuşsa onu ikna da edemez. Verilen flashbacklerde zamanında kızın da annesini aramaya çalışırken kandırıldığını ve Hae Jo'nun onu dolandırıcılardan kurtardığı sahneleri görüyoruz.
Jae Mi (Lee Yoo Mi)
Bu kızı ilk başta beğenmemiştim, neden daha iyi birini bulmamışlar diye düşünmüştüm ama Woo Do Hwan ile belli bir uyum yakaladıklarını görünce kıza ısındım. Bir ailesi olmadığı için aile kurmak istemesi ve bunu da ancak çocuk doğurarak yapabileceği düşüncesine o kadar sarılmıştı ki erken menopoza girdiği için çok üzüldüm. Sırf bu sebeple doktor yanlış teşhiş koymuş olsun, çocuğu olabilsin diye bekledim. Son bölüme kadar inandım buna, dedim ki tıbbın öngöremediği bir şey olur ve en azından çocuğu olur sevdiği adamdan. Tabi böyle olmaması daha gerçekçi oldu bir bakımdan. Öbür türlüsü Yeşilçam filmleri gibi olurdu.
Bir keresinde annem ve arkadaşımla oturuyoruz. Mevzu da evlilik. Baktım bir ara annem evleneceğin kişide çok da detay arama, çocuğun olsun da gerisi önemli değil minvalinde bir söz söyledi. Ben şok tabi. Aslında tam da Jae Mi'lik bir söz. (Gelenekselçi annemi bile bu hale getiren hayat bize neler yapmaz) Bazıları için kızın ısrarla çocuk istemesi abartılı olabilir ama arkadaşlar bazılarımızın fıtratında diğer kızlara göre daha fazla oluyor bu. Ben mesela çocukları arkadaşlarıma göre daha çok sevdiğimi düşünüyorum. Bünyede çocuk sevgisi var, biz de böyleyiz işte. Jae Mi'nin kendinden yaşça çok büyük ve sevmediği biriyle çocuk için evlenmesini abes bulmadım. Çünkü bir aidiyet arıyor, aile özlemini hayatı boyunca çekmiş biri olarak kendi ailesini kurmak istiyor.
Kızdaki şansa bak soyunu ilerletecek tek erkek varise sahip 500 yıllık köklü bir ailenin çocuğuyla evleneceği zaman erken menopoz olduğunu öğreniyor. Garibim benim ya. Sonra Hae Jo'yla tekrar kavuşuyorlar, onun da 3 aylık ömrü kaldığını öğreniyor. O kadar üzücü ki. Dizi bitti ama bu karakter hala bir yerlerde işi hiç rast gitmeden yaşıyor gibi bir vibe veriyor. Kendimde mesela şunu fark ettim. Kötü şeyler yaşadığım için bir gün bu yaşadıklarımın dünyada mükafatını alacakmışım gibi geliyor ama sonra diyorum ki böyle olacağının garantisi de yok aslında. Sonra başkalarına bakıyorsun hayatı süper iyi akarken sen de bir şey yok gibi geliyor falan filan. En nihayetinde ZOR. (Hayat genel)
Hae Jo'nun Jae Mi'ye söylediği şu söz aslında onu çok iyi anlatıyor: "Hep ilgi bekleyen, sakar, asabi kişiliğin hiç değişmemiş. Sert görünüyorsun ama yüzsüz olamayacak kadar yumuşaksın."
Bu arada Jae Mi'nin çığlıkları ve hastahanede yere çöküp çocuk gibi söylene söylene ağlaması gibi çocuksu ağlama sahneleri kızın oyunculuğu hakkında tereddütte kalmama sebep oldu. Mesela bu sahneyi bizden bir oyuncu oynasa hakkını vererek oynardı diye düşündüm. Malesef ben kızımızın oyunculuğu hakkında yer yer şüpheye düştüm. Bazen bakıyorum çok iyi oynuyor bazen de çocuksu tepkiler veriyor. Çığlık attığında çıkardığı korkunç sesler bazen dayanılmazdı. Bilemiyorum bu belki de Korelilerin bağırarak bir şeyleri yansıtması alt kültüründen dolayı da böyle yansımış olabilir. Ancak bazı sahneler vardı ki yok ya o kadar da kötü oyuncu değilmiş diye düşündürdü. Onlara sahneler bölümünde değineceğim.
Eo Heung ( Oh Jung Se)
Ya bu adam da tam bu rollerin adamı. Malesef alıklık derecesinde saf tiplemeleri çok iyi oynuyor. Ve çok minnoş oynuyor gerçekten izlerken karşılıksız aşkına çok üzüldüm. Özellikle Jae Mi'ye neden bu kadar kafayı taktığını sorguladığımda geçmişine gidip annesinin hayatına olan baskısını ve Jae Mi'nin tüm bu baskıların arasında güneş gibi hayatına doğduğunu görünce anladım. Jae Mi için bir şeyler yapabiliyor olması daha önce bir kadına karşı tatmadığı bir tatmin hissi verdi. Adam ilk defa işe yaradığını hissetti. Daha önce her görüştüğü kadında annesini görmesi ve Pavlov'un köpeği gibi hissetmesi de kaşlarımı Küçük Emrah gibi yaparak izlememe sebep oldu. Jae Mi ile birlikte annesinin uslu bir köpeği gibi hissetmekten kurtuldu, ona olan aşkının alt psikolojisi buradan kaynaklanıyordu.
"Onunla takışmak yerine köpek gibi sürünmek hayatımı kolaylaştırıyor. Nihayetinde köpeklerin hayatı rahattır. Sonra Jae Mi ile tanıştım. O anlarda köpek gibi değil kaplan gibi hissettim" Mesela bu neden Jae Mişiii diye ortalarda deli divane gezdiğini kanıtlıyor. İlk defa kendini iyi hissettiren bir kadın figürüyle karşılaştı. Annesiyle olan ilişkisinin de bir göstergesiydi bu davranışları.
Senaryoda pek çok gedik olabilir ama bu adamın annesiyle olan ilişkisini aktarışları başarılıydı. Asla beklemediğim halde Jae Mi'nin menopoza girmesini bile umursamaması ve asıl kendisi kısırmış gibi yalan söyleme formülünü bile ürettiğini görünce ekstra üzüldüm ama senaristin bu adama yazdığı son yine de beni tatmin etti diyebilirim. İlerleyen bölümlerde Jae Mi'ye rağmen Hae Jo'ya abilik bile yapması çok dokunaklıydı. Jae Mi'yi sevse bile o ikisinin birbirini sevdiğini anlayınca içi acısa da gitmesine izin verdi. Hae Jo, Jae Mi'nin annesini bulup onun evine bırakıp terk ettiğinde arabada ağlarken onun yanında olup burnunu bile silmesi çok özeldi. Ya çok tatlı minnoş bir adamdı, çok güzel karakterdi.
Çiftin Kimyası
Buna özel bir başlık atmam lazımdı arkadaşlar. Her yorum yazısında böyle bir başlık açmam ama son zamanda K-drama içerisinde gördüğüm en çift enerjisi veren çiftti. Auraları çok yüksekti. Üstelik ikisini fiziksel olarak hiç yakıştırmadığım halde. İlk bölümde tepkim "Ay bunla bu hiç olmuş mu?"dan ibaretti. Sonra şunu fark ettim: Kavgalarında bile bir çekim vardı. Gerçekten böyle kavga eden bir çift K-dramalarda görmedim. İzlediğiniz diğer dizileri düşünün. Hep sıkıcı sıkıcı kavga ediyorlar. Yazarken bile gözümde canlandı benim. Bu çiftin kavgasında ise elle tutulur bir gerçeklik vardı.


İlk tanışmaları mesela. Bu da Lee Yo Mi'nin röportajda belirttiği favori sahnelerinden biriydi. Burası Hae Jo'nun onu büyüten babasını yıllar sonra görüp duygusal bir darbe aldığı andı. Tam o anda Jae Mi'nin ortaya çıkıp şemsiye tutması aslında iki şanssız insanın birbirini bulması gibi bir kader anıydı.
Ama asıl tatlı kısım, kızın çalıştığı okulu bulup Hae Jo'nun çocuklara kızın sevgilisi olup olmadığını sormasıydı. Aşırı tatlı bir andı ya izlerken tüm dişlerim gözüküyor olabilirdi. Ki burada Jae Mi'nin Hae Jo'yu sırtından anımsaması çok anlamlı. Neden diyecekseniz Call It Love dizisini izleyenler bir insanın sırtından ruh halinin yansıdığını çok iyi bilir. O gün bugündür insanların sırtından hallerini anlayabilirim.
Hae Jo'nun bodoslama sevgilin var mı yoksa sevgilim ol diye teklifte bulunması aslında tam onluk bir hareket. -aşırı erillik içerir- Aslında bu ilk görüşte aşktan da anlamlı geldi bana. Çünkü bunların ki ilk görüşte ruhların birbirine muhtaç olduğunu anlaması gibi bir şeydi. Ben ikisine de çok üzüldüm dizi boyunca. İkisine de baktığımda gerçekten ulan hiç mi bi işi yolunda gitmez bir insanın diye söylenilecek tarzda hayatları vardı.
İkisi de sevgiye muhtaç, ikisi de yapayalnız bir yandan. İkisi de birbirine bu kadar benzerken aslında değer görme ve aidiyet hissetme duygularını farklı şekillerde yaşıyorlardı. Jae Mi, aile kurarak bu eksikliğini gidermeye çalışırken Hae Jo herkesten kaçarak bu ihtiyacını görmezden gelmeye çalışıyordu. Mesela dizide geçmişte hangi sebeple ayrıldıkları verilmedi ama çıkarımlarıma göre benim teorim şu şekilde: Hae Jo'ya Jae Mi'nin her şeyi olmak bence ağır bir yük gibi gelmişti ve çocukluk travmasının onu sürüklediği yer alışık olmadığı derecede büyük bir sevgiyi kabul edememesiydi. Sonuç olarak senarist o kısmı ucu açık bırakmış ve ben o açıklığı bu şekilde tamamlıyorum.


Bence çiftin kamera arkasında da iyi anlaştığı çok belli ki bu ekrana doğaçlama olarak yansımış. Şu kırmızı eşofmanla tren bekledikleri sahne var ya o sahnenin ne kadar doğal olduğunu görünce dedim ki bu sahne doğaçlama ama ispatlayamam. Gerçekten doğaçlama olduğu ortaya çıktı bu arada sonradan okuyunca bir rahatlama geldi. Ay o sahneye bir edit yapmışlar ki eminim görmüşsünüzdür çoğunuz hipnoz olup 100 kez izlemiş gülmüşümdür. Çok iyi sahne ya. Altına bir de onun hayvanatlık yazmışlar koptum sdfghdhhj
Ve herhangi bir röportajda doğaçlama olduğuna değinilmeyen ama benim doğaçlama olduğuna emin olduğum bir sahne daha var. Hani bu üçlümüz ıssız adaya düşmüş yemek yerken Jae Mi'nin Heung'a yemek vermesini Hae Jo kıskanmıştı ya. İşte o sahnede bana da ver diye tutturunca Jae Mi'nin kafasına bir anda vurup al sana demesiyle bir an kaldılar ya hani, gerçekten gülme krizine girdiler orada bence. Orada oyunculuk yoktu, gerçekten beklenmedik bir hareket olmasına ve kendilerine güldüler. Ve çok tatlı bir sahne olmuş bozuntuya vermeden sahneye devam etmeleriyle. Issız adaya düştükleri bölüm çiftin arasındaki kimyaya ve çekime zavallı Heung da şahit olmuştu. Garibimin onları izlerken ki bakışları çok kırıcı olsa da bu çekim gözlerden kaçacak gibi değildi.
Ay arkadaşlar bir de bunların ilişkilerinden flashback verildiği bir sahneler zinciri vardı ya ben orada eridim işte. Ya dedim geçmişte ne kadar güzel bir çiftmiş, bunlara baya yazık olmuş.
Değinmem Gereken Özel Sahneler
Birbirlerini Lanetledikleri Sahne
İnancıma göre söz dua yerine geçer ve ben bu sebeple büyük konuştuğumda veya olumsuz bir ihtimali sözlü olarak dile getirildiğinde bile çok rahatsız olurum. Ödüm kopar başıma gelmesinden ve çoğu zaman da ağızdan çıkan sözlerle sınanır insan. İşte bu tam olarak böyle bir sahne ki bence dizinin en önemli sahnelerinden bir tanesi. On bölüm boyunca flashbacklerle parça parça bu sahnenin tamamına ancak erişebildik. Her parçasında ayrı bir yaralayıcı sözle karşılaştık seyirciler olarak. Çok katmanlı bir sahneydi. Karakterlerin sadece bu sahneye bakılarak bile ilişkileri ve karakterleri hakkında uzun bir analiz yapılabilir.
"Bu nereden aklına geldi: "Bu hayatta bir annem olmazsa ben de anne olurum." Tam senlik. Hiçbir zaman iyi bir anne olamazsın. Buna ebeveyn sevgisi denir. Sevgi vermek için sevmeyi bilmek gerek. Bizim gibi sevgi görmemişler çocuklarına ne verebilir ki? Bizim gibi ebeveyn sevgisinden yoksun insanlar çocuklarına yalnızca kırgınlık aktarırlar. Bu yüzden sen de ben de ebeveyn olamayız."
"Hayatın boyunca yalnız kalacaksın ve sokakta yalnız öleceksin."
Sözlerin gücü diye bir gerçek var arkadaşlar Dünya üzerinde gerçekten böyle mistik bir olay var ve bu ekrana yansıtıldığında senaristle bakış açımızın aynı olduğunu görmek bir yandan hoşuma gitti. Sahnenin karlı havada olması, Hae Jo'nun kaçıngan bağlanma stilinin fark edilmesi, kızımızın gözlerindeki hüzünle karışık öfke, o havada asılı kalan sözlerin yıllar sonra gerçek olması ve bunun flasback yöntemiyle seyirciye sunulması etkileyen sahnelerden biriydi beni.
"-Ben seni terk etmedim. Sen beni terk ettin.
-Gitmeyi seçtin.
-Beni uzaklaştırdın da ondan.
-Arkana bile bakmadın.
-Beni durduracağını sandım. (İkisi de susar, bakakalır)"
Birkaç bölüm sonra da ise aralarında bu diyalogun geçmesi aslında birbirlerinden gerçek duygularını gizleyip ilişkinin bitmesini ikisinin de istemediğini gösteriyor. İkisinden biri diğerini ayrılmamaya ikna etse karşı taraf aslında ilişkiye devam etmeye dünden hazırmış. Bunu bilmek ekstra üzücü. Sırf bu sebepten yıllarca boşu boşuna ayrı kaldılar. Dizinin bu kısmını izlemek bana iş arkadaşımla o arada yaşadığım bir şeyi hatırlattı. Bana önem veren bir davranışını ben kişisel algılamamıştım. Sebebi de benim kendimin başkaları tarafından bu kadar önemseneceğimi düşünmememdi. Sonradan konuştuğumuzda anladım ki bana kırılmış, çünkü o da benim onu önemsemediğimi düşünmüş. Böyle bir iletişim kazası olmuş aramızda. Kendi açımdan nasıl algıladığımı anlatınca bana şey demişti: "Aslında insanlar konuşmadığı için birbirini ne kadar yanlış anlamaya müsait" Gerçekten de öyle. Dizinin bu sahnesi de bunu göstermesi bakımından çok iyi bir örnek.
En kırıcısı da şu. Jae Mi'nin aklına bu anıları geldiğinde Hae Jo'ya "Sözlerin yüzünden talihim kapandı. Kim bilir? Belki bana mutluluk dilersen bir gün mutlu olabilirim." demesiydi. Hae Jo bile pişman oldu söylediklerine de kız mutlu olsun diye sözleri tatlı bir mutluluk şarkısı söylemişti. Ya bu çiftin şansızlığı beni yedi bitirdi dizi boyunca. Dizide Hae Jo bir kere şey demişti: "Birlikte eğleniyoruz ama şansımız yaver gitmiyor. Talihsiz bir kadın ve talihsiz bir adamın birlikteliği evrendeki tüm talihsizliği çekiyor." Yeminle bu çifti patates-mantar tamlamasından sonra betimleyen en iyi söz. Bu arada benim bu çifti sevmemdeki en büyük etken de talihsiz olmaları. Böyle de bir paradoks. Neden diye sormayın sakın. Öyle işte.
Pirinç Tarlası Sahnesi
Bu sahnenin kendisinden önce kamera arkasını sırıtarak izlemiştim malum sebepten. Buyrun malum sebep:


Kamera arkasından komik ama kendisini izleyince (arkaya zaten dizinin en hüzünlü ostunu koymuşlar) bir burukluk zuhur etti bünyeye. Özellikle kızın hem suçladığı hem de aynı anda teselli bulduğu kişi aynı olduğu için. Dizinin Netflix röportajlarını izledim de Do Hwan bu sahnenin favorisi olduğunu söylemiş ama çekerken de baya zorlanmışlar gün batımını kaçırmamak için. Röportajda Oh Jung Se çok güzel bir ekleme yapıp pirinç tarlasında yürümenin çok zor olduğuna, ilerlemek istemelerine rağmen tıkanıp kaldıklarına değinerek karakterlerin ruh durumlarıyla güzel bir bağlantı olduğunu söylüyor. Gerçekten de tam olarak öyle bir sahne.
"-Hayatımın darmadağın olmasının, bu yaşta menopoza girmemin sebebi sensin. Hepsi senin yüzünden adi şerefsiz."
"-Tamam. Ölünce cezasını çekerim. Ağlama artık, tamam mı?"
Hae Jo'ya da ayrı üzüldüm burada. Her şeye rağmen kızın sakinleşmesini sağlaması, ölümünden bahsetmesi ama kızın haberinin olmaması aga be dedirtti.
Mantarla Patatesin Birlikte Ağladığı Sahne
Aslında dizinin konusundan bahsederken patates kadar olamayan kadınla mantar kadar olamayan bir adamın hikayesi bu diyebiliriz. Ya tanımlama o kadar içimi cız ettirdi ki yazının başlığına da koymam lazım dedim bunu. Jae Mi'nin "Patateslerin bile küçük yavruları oluyor, mantarların bile üzerinde üreticileri oluyor. Biz onlar kadar bile olamıyoruz." diyip zorla güldüğü sahne...Hae Jo'nun "Ağlayabilirsin. Gülmek için kendini zorlama. Ağla gitsin."demesiyle ortamın buz kesmesi...Sonra mantarın patatese sarılması... Ya var ya bunları izlerken bir yumru geldi boğazımın ortasına oturdu resmen. Hadi Jae Mi ağladı azcık rahatladı da Hae Jo'nun her şeye rağmen kendini tutmak zorunda kalışı sahnenin hüznünü 10x yaptı benim için. Dizide peçeteye ihtiyaç duyduğum ilk andı bu.
2. Baba Adayının Attığı Kazık
Ya bakın bu sahne benim dizide unutamadığım sahnelerin ilki. Çok içime oturdu yani öyle böyle değil. Dizi bittikten sonraki o ara boşlukta aklıma gelip dur şu sahneyi bir daha izleyeyim diyip kendime işkence ettiğim bir sahnedir. Ya bu baba adayı bizimkine hiçbir umut vermeden dolandırsa amenna... Adam umut verdi, babalık gösterisi yaptı, çocuğun en zayıf noktası olan sevgi ve ilgi açlığından vurdu. DNA testi olumsuz da çıksa ben seni kollarım demeye getirdi olayı. Bu arada bence adam bunu en başından planlamış değildi. Sadece bir kumar bağımlısıydı ve nefsine yenik düşüp pislik yaptı. Ağır şerefsizlik bu arada. Eğer ben diziyle alakalı Twitter'da spoi yemesem çok ters köşe olurdum. Ne olacağını bilmeme rağmen etkilendim. Çünkü adamın foyasının ortaya çıkması da mesele değildi. Söylediği sözler gerçekten çok ağırdı:
"Pis yetim. Serseri, sayemde iki gündür mutlusun. Evimde uyumana izin verdim, karnını doyurdum, pazarda da çok eğlendik. Benim gibi bir baba bulamazsın. Böyle bir konforu ömründe göremezsin pislik!" Abi çok ağır gerçekten. Ve en kötüsü de ne biliyor musunuz? Söylediklerinin çok az kısmında da haklılık payı var, Hae Jo gerçekten çok mutluydu iki gündür. Rüyasında bile adamın babası olarak ona yemek yaptığını, Jae Mi'nin de hamile olduğunu görmüştü. O uykudan nasıl istemeden uyandırıldıysa bu içinde bulunduğu rüyadan da acı şekilde uyandı. Çok ağır darbe yedi, bir an gerçekten umutlanmıştı.
Sonra Jae Mi'nin gelip adama saldırmasıyla içim biraz olsun rahatlamıştı. O an biz seyircilerin hislerine tercüman oldu: "Aşağılık! Seni kimse istemez. K*ç*m*n babası! Senin gibi bir dolandırıcı Hae Jo'nun babası olamaz. Canın cehenneme. Dağda yaşayan bir adama acıdığından seninle takılma nezaketi gösterdi. Karaktersiz!" Burada yürü be kim tutar seni dedim. Ve sahnede şu dikkatimi çekti. Jae Mi adama saldırıp bunları söylerken Hae Jo hafif çarpık gülümsüyordu. Ya bu duyguyu hepimiz bir kere yaşamışızdır. Sizi üzen birine bir yakınınız sizden daha çok sinirlenip sizi savununca aşırı değerli hisseder insan. Bunu o pislik de fark etmiş olacak ki yine sözleriyle Hae Jo'yu yaraladı:"Çok şanslısın. Artık bir takım oldunuz. Birinin senin tarafında olması çok hoşuna gidiyor. Ufak bir çocuk gibisin." Ya bu pislik adam Hae Jo'yu nereden yaralayacağını o kadar iyi biliyordu ki Allah kahretmesin bu sözler malesef ki doğru bir analizdi bir de.
Buraya kadar olan kısımlarda zaten sözlerin bombardıman edilmesiyle çok gergin bir sonraki hamleleri bekliyordum. Ama sahnenin bundan sonra olan kısmı beni mahvetti. 😭 Hae Jo'nun adamı döverken acısından kendini kaybetmesi, Jae Mi'nin sarılarak onu durdurması, teselli etmesi, beraber içine düştükleri duruma ileri geri sallanarak ağlamaları aşırı dokunaklıydı. Oyunculuklarına resmen hayran kaldım. Sahnenin duygusunu o kadar iyi geçirdiler ki peçeteyi gözümün altına mıhladım, çünkü durduramıyorum o an ben de kendimi sahneye kaptırmışım, gözyaşlarım akıyor gidiyor. Unutulmaz bir sahneydi benim için.
Hae Jo'nun Gerçek Ailesinin Kim Olduğunu Anlaması
Bu arama sürecinde tekrar Jae Mi'ye kavuşmuşken ve artık eski düşmanlar yeni dostlar sofrada oturmuşken onlara şöyle bir uzaktan baktı ve hep aradığı ailenin aslında gözünün önünde olduğunu fark etti. Ölmekten korktuğunu kabul ettiği zamanlar da bunu fark ettiği zamanlarla örtüşüyor. Zamanının daraldığını hissedince onu büyüten babasına yürümedi adeta koştu.
Ben dizide beş baba adayını da tek tek gezecekler ve sırf heyecan olsun diye biyolojik babası beşinci kişi çıkacak diye düşünmüştüm. Senarist burada aslında çok güzel bir şey mesaj vermiş. Onu sekiz yaşına kadar büyüten babası aslında gerçek babası sayılırdı. Biyolojik babası sadece bir sperm donörüydü. Bu arada bu diziyle şunu bir kez daha fark ettim ki bu sperm bağışı rezalet bir olay. Böyle bir saçmalıktan dolayı dünyaya gelen çocuğun nasıl bir değersizlik içinde büyüdüğünü, başına bu sebeple gelen olayları gördük. Neyse bu biyolojik baba olayına kafayı niye taktı bu çocuk diye senaryoyu eleştiren yorumlar gördüm. Cevap aslında çok basit. Ölmeden ait olduğu yeri bulmak istedi. Çünkü kendini hiçkimseye ve hiçbir yere ait hissedemiyordu. Bir yere birilerine tutunmak istedi.
Babasına koşup sarıldığı sahnede gözyaşları sel oldu. Hae Jo babasına sarılırken her şeyi tek başına halleden bir yetişkin değil küçük bir çocuk oldu. Hani çok yağmur yağdığında araba silecekleri yetersiz kalır ya, benim de gözyaşlarım silinmeye yetmedi. Aldım peçeteyi gözümün altına yapıştırdım. Sonra büyüdüğü eve gidip orada babasının aslında ona değer verdiğini gösteren anılarını sakladığını gördü ve odasının aynı kaldığını gördü ya ben bile bir nebze teselli buldum. Ben dizinin ilk bölümlerinde adam çocuğu bıraktı sanmıştım, neyseki öyle olmamış. Annesi ve babasının depresyona girdiğini düşünüyorum. Yoksa başka türlü bir kılıf bulamayacağım bu çocuğu böyle ortada bırakmalarına. Çocuğunu yıllar sonra gördüğünde onla tekrar arasını düzeltmek için ekstra çabalamaması da ayrı sinir bozucuydu. Hae Jo aslında şunlara bir iki bağırsa laf etse daha içim rahatlardı. Affetmese hakkı vardı da çocuk üç günlük dünya diye boşverdi işte. Ulan sanki çocuk seçti spermle yumurtasını, çocuğun ne suçu vardı? Dünyaya gelmesine sebep olurken ona mı sordunuz da genetiğin senden çıkmayınca böyle dışlıyorsun? Neyse çok sinirliyim de Hae Jo öyle ya da böyle iç huzurunu yakaladı diye susuyorum.
Ya bir de bizimki yatağına yatınca şöyle bir oh çekip "Ev gibisi yok" dedi ama yine de yerini yadırgadı ya. İşte o çok gerçek bir duygu. Tek yaşadıktan sonra aile evine gelip 1-2 saat oh be diyip sonra aidiyet duygunun azaldığını fark edersin ya, işte tam o hissi bize geçirten bir sahne bence.
Babasına sağlık durumundan bahsetmeyip bir şey demeden çıkıp bitmesini beklemiyordum ama aslında o adam hiçbir şey hak etmiyordu zaten. Giderken karta "Ben senin oğlunum." yazması da oldukça iyi bir hamle olmuştu.
Karlı Sahne
Daha sonra Hae Jo'nun son günlerini yollarda Jae Mi ile gezerek yaşaması kısmı güzel düşünülmüş. Gezip gezip karlı yere geldiklerinde ne olacağını anladığımız için hepimiz bir mental çöküşe kendimizi hazırladık diye düşünüyorum. O karlı sahneler gerçekten çok romantikti bu arada. Arkadaşlar burada senelerdir kar tutmuyor, bu sene dedim arkadaşlarla şöyle eğlenelim ama yok tutmadı. -Herkesin sevgilisiyle yaptığı aktiviteleri benim arkadaşlarımla yapmam- İşte şu şekil eğleneceksin karda.
Hae Jo'nun burnundan akan kanın kar beyazını boyadığı sahneler, arkada o hüzünlü "Snow" ostu sahneyi daha da etkileyici yapan etkenler. "Yaşamak istiyorum" demesi ama en azından son gördüğü yüzün sevdiği kadın olduğu için iyi yaşadığını varsayması... Ne demişti önceden: "Çoğu insanın son nefesini vermeden önce gördüğü son şey budur. Bir hastahane odasının beyaz tavanı. Korkunç değil mi?" En azından hayalindeki gibi sonlandı yaşamı. Tek tesellimiz bu. Olabilecek en kötü sonu en az hasarla atlattık.
Yalnız ben sahne bitti şunları düşünüyorum: Bu kız nasıl tek başına Hae Jo'yu oradan kaldıracak, başkalarından nasıl yardım isteyecek, bundan sonra Hae Jo'suz ne yapacak, zaten çok zor şeyler yaşamıştı hayatı şimdi daha zor olacak yazık of...
Evet kötü son. Ancak diğer açıdan baktığınızda yalnız olan Hae Jo aşkına tekrar kavuşarak, babasıyla arayı düzelterek, ailesi diyebileceği insanların olduğunu fark etmenin huzuru içinde hayata veda etti. Bu yönden pek de kötü bir son sayılmazdı bence. Şiirsel epik bir son demek daha doğru olur gibi.
Beni İnstagram'da da takip etmek isterseniz şuraya tıklayın.
Uzun zaman sonra benden beklenen comeback geldi.
Artık yorumu kapatıyorum.
Bende çok beğendim diziyi. Ama ilk başlarda erkek başrole baya sinir oldum çok toksikti bence. Gerçi dizi bittiğinde bile bu fikrim değişmedi bencil ve toksik bir adamdı. Geride kalan kadın başrole üzüldüm en çok Nasıl başa çıkacak bunca acı ile diye. Oyunculuklar çok iyiydi. İki yalnız ve dışlanmış kişinin hikayesiydi.
YanıtlaSilToksik falan ama izlettirdi kendini.:)
Silİki yalnız ve dışlanmış insanın hikayesi olması cezbediciydi bir yerde, evet.