Ne zamandır tek bir filme yer ayırdığım yazılar
paylaşmıyordum. Ancak Muhteşem Gatsby sebebini çok da anlamadığım bir şekilde
beni etkileyince iki kelam yazmadan içim rahat etmeyecekti. Filmin kitabını
okumadım ama filmden sonra çok merak ettiğim için en yakın zamanda okumak
istiyorum. 1920'lerin Amerikasını anlatan Muhteşem Gatsby, bir aşk hikayesi
gibi görünse de aslında Amerikan Rüyası'nın çöküşünü anlatan bir eser. Muhteşem
Gatsby'i sadece bir aşk hikayesi olarak görmek yüzeysel bir bakış olacaktır ki
buna daha detaylı değineceğim.
Önce nasıl
izlediğimden bahsetmek istiyorum. Birkaç sene önce filmin 5-6 dakikasını
izleyip bırakmıştım. Çünkü internet çok yavaştı ve film sürekli donuyordu. Film
zaten beni başta sarmayınca izlemeyi bıraktım, internette bahanesi oldu. Bir
huyum vardır: Hiçbir şeyi yarıda bırakamam. Yıllar sonra tekrar açıp izlememin
sebeplerinden en önemlisi de buydu. Filmi bitirdikten sonra bir klasik olarak
ise şunu dedim? : Ben n'apmışım? Nasıl yarıda kesip de izlememişim?
İnkar edemem, filmin
ilk 30 dakikası benim açımdan biraz sıkıcı geçti. Özellikle zengin insanların
şımarıklıklarını, yaşayış tarzlarını tiksintiyle izliyordum ki zaten o
dönemlerde insanlar ahlaki olarak çökmüş durumda. Su gibi içilen içkiler, gösterişler,
gereksiz şatafatlar, partiler tavan yapmış durumda. Bu döneme "Caz Dönemi" deniliyormuş, ben de öğrenmiş oldum. Film işte tam bu dönemde geçiyor. Aslında bir yazar olmayı düşleyen Nick,
zengin olma umuduyla hisse senedi işine girer ve Gatsby ile komşu olur. Gatsby,
görkemli evinde verdiği partilerle ünlü çok zengin bir adamdır. Partiye
davetiye alarak katılan tek kişi olan Nick, meşhur Gatsby ile tanıştıktan sonra
gerçeği idrak eder: Gatsby, aslında Nick'ten onu kuzeni Daisy ile biraraya
getirmesini istemektedir. Daisy ve Gatsby geçmişte sevgililermiş ama araya
savaş ve zaman girince Daisy başkasıyla evleniyor. Ancak ikisi de birbirini
hala unutamamıştır ve Gatsby geçmişi geri getirmek istemektedir. Buradan sonra
da olaylar gelişiyor, spoiler olmasın diye daha fazla konuyu anlatmayacağım.
Dediğim gibi filmin
başları beni hiç sarmadı. Zaten ilk 30 dakikada
Leo yoktu ve bende sabırsız bir şekilde ortaya çıkmasını bekliyordum. Ne
zaman Leo, Gatsby olarak ortaya çıktı o zaman film güzelleşti. 5 senedir orada
burada gördüğüm gifin de böylece anlamını idrak etmiş oldum, aydınlandım.
Tam bu giften sonra film su gibi aktı gitti. Resmen filmin içine çekildim. Gerçekten emek harcanmış filme. Dönemin özelliklerini yansıtmak için kullanılan eşyalar, kıyafetler, mekanlar, kullanılan efektler, kalabalık parti sahneleri, kullanılan renkler...
Tam bu giften sonra film su gibi aktı gitti. Resmen filmin içine çekildim. Gerçekten emek harcanmış filme. Dönemin özelliklerini yansıtmak için kullanılan eşyalar, kıyafetler, mekanlar, kullanılan efektler, kalabalık parti sahneleri, kullanılan renkler...
Filmin en güzel
yanlarından birisi kullanılan müziklerdi. Yani Lana Del Rey'in “Young and
Beautiful” şarkısını normalde dinlediğimde bu kadar etkilenmiyorum ama filmle
müziğin uyumu apayrı. Aynı zamanda bu müziği sözsüz olarak arka fonda
kullanmaları da çok güzel bir hava katmıştı. Bunun dışında günümüzdeki şarkıları da filmde
değişik versiyonla kullanmışlar ama bence hiç sırıtmadı bu durum. Aksine çok
hoşuma gitti. Kısacası soundtrackler çok iyiydi.
Leonardo Di Caprio'nun oyunculuğuna bir kez daha hayran
kaldım. Yani nasıl bir şeydir tek bir bakışıyla, tek bir dudak kıvrımıyla oynuyor
adam. Daisy'i oynayan
oyuncuyu gözüm bir yerden ısırıyordu ama nereden diye düşünürken “Çılgın
Kalabalıktan Uzak” filmindeki kadın olduğunu fark etmemle küçük çaplı bir şok
yaşadım. Oyuncu seçimi olarak gayet beğendim. Nasıl desem Daisy
karakteri üstüne cuk oturmuş gibiydi. Özellikleri kızın bakışları, hali, tavrı tam böyle eski dönem kadınlarına aitmiş gibi duruyordu.
Örümcek Adam olarak
tanıdığımız Tobey Maguire Nick rolündeydi. Nick'i de ayrı bir sevdim. Filmin anlatıcısı
olduğu için sahnelerde dış ses olarak güzel replikleri vardı, belki de beni
etkileyen o replikleriydi. Ayrıca bana diğer karakterlerden çok daha samimi bir
hava verdi.
Ayrıca filmde kullanılan yeşil ışık ve Dr.Eckleburg'un gözleri şeklinde olan reklam panosu, Küller Vadisi gibi semboller vermek istediği mesajlarla önemli bir yere sahipti. Kitaplarda ve filmlerde kullanılan bu tarz sembollere bayılıyorum. Burada ise en çok Daisy'nin evinin yakınındaki yeşil ışık hoşuma gitti. Bu ışığı Gatsby'den başka fark eden yok. Çünkü o yeşil ışık kimse için önemli değilken Gatsby için umudu, ulaşmak istediği hayallerini temsil ediyordu. Her şey yeşil ışık uğrunaydı.
Ayrıca filmde kullanılan yeşil ışık ve Dr.Eckleburg'un gözleri şeklinde olan reklam panosu, Küller Vadisi gibi semboller vermek istediği mesajlarla önemli bir yere sahipti. Kitaplarda ve filmlerde kullanılan bu tarz sembollere bayılıyorum. Burada ise en çok Daisy'nin evinin yakınındaki yeşil ışık hoşuma gitti. Bu ışığı Gatsby'den başka fark eden yok. Çünkü o yeşil ışık kimse için önemli değilken Gatsby için umudu, ulaşmak istediği hayallerini temsil ediyordu. Her şey yeşil ışık uğrunaydı.
İlk yarıda Gatsby'nin Daisy'ye duyduğu büyük aşkı izliyoruz sandım. Ancak Nick'in "Keşke sadece Daisy'e sahip olmak Gatsby için yeterli olsaydı. " sözü nasıl yani diye duraksamama sebep oldu. Aslında Gatsby'nin Daisy'yi bu kadar delice sevmesindeki başlıca neden Daisy'nin sahip olduğu ün, soyluluk, güzellik,zenginlik... Gatsby her ne kadar çok zengin olsa da eğer doğuştan, aileden gelen bir zenginliğin yoksa başka bir gözle bakıldığı için bu eksiğini Daisy ile tamamlamayı düşünüyordu: Onun gibi bir kadınla evlenerek. Ancak ben bu aşkı salt olarak buna bağlamıyorum. Evet bu da bir etkendi ama adam ne olursa olsun sevdi.
Herkes hayatında bir kez olsun böyle sevilmek ister. Ancak hayat bu, birine çok değer vermeye gelir mi? Kim zararlı çıkar bundan? Bence cevabı çok iyi biliyorsunuz ama izlemeyenlere saygımdan bu konuya spoilerlı kısımda ayrıca değineceğim.
Adamın bakışı... |
Ve yine Leonardo Di Caprio... Yine sevdiği kadın için sulara gömülerek ölen bir karakter... Tek tesellim o çalan telefonun Daisy'den geldiğini sanarak ölmesiydi. En azından o kadın için ölmesinin değmeyeceğini bilmeyerek öldü. Ayrıca kalbine denk gelecek şekilde sırtından vurulduğu detayını da burada es geçmemek gerekir.
Yukarıdaki repliğin geçtiği sahne ayrıca içimi acıtmıştır. Aslında kendisi de farkında geçen 5 senede her şeyin değiştiğinin ama kabul etmek istemiyor. Duygularını aktarış şekli de çok etkilemişti beni bu sahnede. Ah be Gatsby... Yanıldın. Zaman, hiçbir zaman geri gelmez. Daisy, savaşta seni bekleyen o kadın değildi artık.
Sanıyor ki Daisy hep onu sevdi, ona sadık kaldı ama kalbi Tom'a da kaydı. Ne bu çocuk oyuncağı mı? "Seni sevdim ama sonra Tom'u da sevdim. Şimdi ise seni seviyorum." Daisy'den nefret etmemek elde değildi. Gatsby, Daisy'nin söyleyemedikleri ve söyledikleriyle sarsılırken en zayıf noktasına Tom'un parmak basmasıyla ne kadar çıldırdığını gördük. Leonardo Di Caprio bu sahnede o gerçekten birini öldürmüş gibi gözüktüğü halleriyle çok iyi bir oyunculuk sergiledi ki bu filmin en kritik sahnelerinden biriydi.
En çok da şu sahnede içim acıdı:
Sanıyor ki Daisy hep onu sevdi, ona sadık kaldı ama kalbi Tom'a da kaydı. Ne bu çocuk oyuncağı mı? "Seni sevdim ama sonra Tom'u da sevdim. Şimdi ise seni seviyorum." Daisy'den nefret etmemek elde değildi. Gatsby, Daisy'nin söyleyemedikleri ve söyledikleriyle sarsılırken en zayıf noktasına Tom'un parmak basmasıyla ne kadar çıldırdığını gördük. Leonardo Di Caprio bu sahnede o gerçekten birini öldürmüş gibi gözüktüğü halleriyle çok iyi bir oyunculuk sergiledi ki bu filmin en kritik sahnelerinden biriydi.
Sen ne kadar hayatta sürekli zirveye doğru tırmanmak istesen de, planlar yapsan da hayatın da kendince bir planı vardır. Çalışıp çabalarsın ( isteğine erişmek içim kuralları çiğnesen de ) , olacağına inanırsın sonra biri gelir ya da bir şey olur ve tüm çabaların boşa gider.. Sonra da kimsenin umrunda bile olmazsın işte. Tom ve Daisy nefret ettiğim iki karakter ama Tom'un bile bir gideri var. Metresi öldüğünde gerçekten üzüldüğünü anlayabiliyoruz. Demek ki adam kadınla bir duygusal bağ kurmuş. Peki Daisy? Arkasına bile bakmadan Gatsby'yi bırakıp kaçtı. Aklıma geldikçe hala sinirlerim bozuluyor.
Bu süreçte zavallım Nick, tek başına cenazesine katıldı. Gerçekleri bilen tek kişi olarak psikolojisi bozuldu. Herkes yalanlara inanıp Gatsby'yi suçlarken ne kadar anlatsa da kimseye gerçeğe inandıramamış olması ayrıca üzücüydü. Gatsby'ye olan sadakati ise çok hoşuma gitti. Nick'i anlatıcı yönüyle de ayrıca bir sevdiğimi söylemeliyim. Edebi yönü kuvvetli olan karakterlere ayrı bir zaafım var sanırım.Yaşadıkları o şaşaalı dönemi anlatış tarzı çok güzeldi. Mesela şu replikler insana hüzün verecek derecede güzeldi.
"Daisy'nin iskelesinin sonundaki yeşil ışığı ilk fark ettiğinde Gatsby'nin düştüğü şaşkınlığı hatırladım.Uzun bir yoldan gelmişti ve hayali ulaşamaması neredeyse imkansız olacak kadar yakın görünmüş olmalıydı. Ama o hayalinin çoktan geride kaldığını bilmiyordu. Gatsby yeşil ışığa her sene bizi geride bırakan orgazmik bir geleceğe inanıyordu. O zaman bizi atlatmıştı ama bu önemli değil.Yarın gelir daha hızlı koşarız, kollarımızı daha ileri uzatırız. Ve uygun bir sabah... Böylece denemeye devam ederiz. Durmaksızın geriye fırlatılıp dursa da akıntıya karşı yol alan tekneler."
"Daisy'nin iskelesinin sonundaki yeşil ışığı ilk fark ettiğinde Gatsby'nin düştüğü şaşkınlığı hatırladım.Uzun bir yoldan gelmişti ve hayali ulaşamaması neredeyse imkansız olacak kadar yakın görünmüş olmalıydı. Ama o hayalinin çoktan geride kaldığını bilmiyordu. Gatsby yeşil ışığa her sene bizi geride bırakan orgazmik bir geleceğe inanıyordu. O zaman bizi atlatmıştı ama bu önemli değil.Yarın gelir daha hızlı koşarız, kollarımızı daha ileri uzatırız. Ve uygun bir sabah... Böylece denemeye devam ederiz. Durmaksızın geriye fırlatılıp dursa da akıntıya karşı yol alan tekneler."
Son olarak şu replikle yazımı noktalandırıyorum: Her şeyi o kadar iyi anlatıyor ki...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder