9 Kasım 2017 Perşembe

Ayla Film Yorumu


  Ayla, gerçek bir yaşam öyküsünü anlatan bir film. Bundan birkaç sene önce internette Süleyman Amca ve Ayla'nın hikayesini okumuş ve çok etkilenmiştim. Film gibi derler ya işte  böylesi bir hikayeleri vardı onların. Daha sonra ise filminin çekileceğini öğrendiğimde çok sevinmiştim. Uzun zamandır ise çıkmasını bekliyordum. Ancak film öyle bir zamanda çıktı ki tam vize dönemime denk geldi. Filme gidenlerin beğenilerini duydukça bir an önce vizelerin bitmesini bekledim ve son vizenin bittiği gün  arkadaşlarımla soluğu koşarak sinemada aldık.
  Koltuklarımıza oturduktan sonra bir akadaşım '' Peçete var mı yanınızda?'' diye sordu. Bizde sandık ki affedersiniz burnunu silecek ya da bir yerini silecek. ''Hayır yok. Ne yapacaksın peçeteyi?'' diyince de '' E ağlayacağız ya. N'apalım kolumuza mı silelim?'' dedi. Evet bu mide bulandırıcı detayı da atladıktan sonra filme dönebiliriz.




  Filme konu olan hadise 1950 yılında Süleyman Amca'nın Kore Savaşı'na katılmasıyla gerçekleşiyor. Süleyman Amca, ormanda cesetlerin arasında soğukta donmak üzere olan küçük bir kızı bulur ve onu oradan alıp tugaya getirir. Ona hem ay yüzlü bulduğu için hem de aydan esinlenerek Ayla adını verir. Aralarında baba kız ilişkisi oluşur. Birbirlerine oldukça bağlanırlar. 1.5 sene sonra Süleyman Amca'nın ülkesine dönmesi gerekince Ayla'yı da yanında götürmek ister ama yasal yollardan buna izin vermezler. O da bir kutunun içine delik açarak gizlice götürmeyi dahi düşünür ama planında başarısız olur. İkisi de birbirini hiç unutmaz, yüreklerinde taşırlar birbirlerini. Kader ağlarını örer ve ikili 60 yıl sonra birbirlerini bulur. Dile kolay 60 seneden bahsediyoruz. O kavuşma sahnesi zaten ne zaman izlesem beni mahvediyor.

  Not: Yukarıda filmin konusunu apaçık bir şekilde verdim ama spoiler verdin diye kızmayın lütfen. Çünkü bu zaten bilinen bir hikaye. Filme giden çoğunluğun zaten baba kızın kavuştuğundan haberi var.





  Bir kere film yerli yapımlar içinde ben hep böyle kaliteli yapımlar görmek istiyorum. İşte gerçek sinema bu, sanat bu, emek bu! Savaş sahneleri bir kere çok güzeldi. Saçma sapan efektler yoktu. Oyuncu kadrosu çok ama çok iyiydi. Başrolden tut da iki üç sahnesi olan yan rollere kadar herkes rolünün hakkını verdi. Çekimler de oldukça güzeldi. Bir de tüm bunların üstüne bu hikayenin gerçekten yaşanmış olması filme ayrı bir hava katmıştı. Bu mucizevi hikayenin hakkını vermişler ve emek vererek filmi çekmişler.



  İsmail Hacıoğlu'nun başrol oyuncusu olarak seçilmesi çok yerinde bir karar olmuş. Magazinel olarak çok ön planda olan bir oyuncu olmasa da ben oyunculuğunu gayet iyi buluyorum. Çok daha iyi yerlerde olmayı hak ediyor. Bu rolü ona gerek fiziksel gerekse oynama biçimi olarak çok yakıştırdım.  Ali Atay'a ise filmde adeta bayıldım. O kadar doğal bir oyunculuk sergiledi ki çok başarılıydı. Zaten Ali karakteri ayrı bir güzel insan ve Ali Atay rolü çok iyi taşımıştı.



  Küçük Ayla'yı oynayan Kim Seol' a diyecek lafım yok zaten. Ah bir elime geçse de ısırsam yanaklarını diye düşünmeden edemedim. Ya sen 6 yaşındasın, kendine gel kızım nasıl bir oyunculuk bu? Benim o yaşta tek düşündüğüm şey oyun oynayam, etrafı kurcalayam,yaramazlık yapam falan. Bu çocuk film için Türkçe konuşsun. Röportajlarda okuduğum kadarıyla film setinde de hiç zorluk çıkarmamış çocuk. Maşallah.


  Benim size tavsiyem filme gitmeden önce internette Ayla ve Süleyman Amca'nın gerçek görüntülerinden oluşan belgeselini izlemenizdir. Zira beni filminden daha çok ağlattı. Filmi izleyen herkes şöyle ağladık böyle ağladık diye anlatınca insanda bir koşullanma oluyor. Ancak ben filmin çoğunda esprilere ve Ali karakterine güldüm. Bakmayın öyle duygusal film diye anıldığına, yeri geldi kahkaha sesleri bile yükseldi salondan.



  Sadece o son kavuşma sahnesi ve hemen ardından o sahnenin belgeselde yer alan gerçek görüntülerini koymaları beni ağlattı. Ve şak diye ışıkları açmalarına sinir oldum. Salon zaten ağlamaktan bitap halde ki sormayın.Kimi yüzünü saklayarak gözlerini siliyor,kimi koltuğuna gömülüp kalmış ağlamaya devam ediyor, kimi hıçkıra hıçkıra salondan çıkıyor. Benim çeşmelerim açılmış, baktım başta peçete isteyen arkadaşım de benim gibi. Sinirlerimiz bozuldu gülmeye başladık falan filan. Dışarı çıktım her şey bıraktığımız gibi. Filmdeki o dünyaya kendimi nasıl kaptırdıysam bir an dış dünyaya adapte olamadım.



  Film tabiki güzel ama günümüz kısmındaki geçişleri beğenmedim. Usta oyuncu Çetin Tekindor bile kurtaramamış. Çat çat geçildi gibime geldi. Bir de bazı gerçekleri dramatize etmek için değiştirmişler. (Bknz: Ali) Ayrıca Sinem Öztürk iyi bir oyuncu olabilir ama İngilizce telaffuzunu hiç beğenmedim. Böyle kelimeleri karşısında bir metin varmış gibi ayrık ayrık okuyuşu falan hiç hoş durmadı. Ama film güzel arkadaş, öyle de güzel böyle de güzel. Şunu da belirtmek de fayda var. Film yabancı dalda Oscar aday adayı. Oscar adayı değil. İnşallah olur da kazanır ama etrafta yanlış bir algı var, onu düzeltmek istedim. Yapımcı rüyamda gördüm Oscar kazanıyorduk demiş bir röportajında. Hadi inşallah diyelim.



  Hayat ne garip. Bir olay yaşıyorsun,60 sene özlem içinde yaşıyorsun. Sonra kavuşuyorsun ve herkes seni konuşuyor. Filmi çekiliyor hayatının. Bir gün herkesin seni bırak Türkiye'yi Kore'de bile tanınacağın aklına gelmez. Genelde gerçek yaşam öykülerinin kahramanları hayatta da olmaz. Üstelik ikisi de hayatta. Sanki her şey 60 sene sonraki buluşma için bir sebep. Hayat mucizelere gebe.

  Böylesi bir filmin ortaya çıkmasına vesile olan Süleyman Dilbirliği ve Ayla bizlere sevginin mucizelere yol açabildiğini gösterdiler. İkisi de geçen 60 yılın ardından birbirlerini unutabilirdi. Yaşadıklarına geçmiş bitmiş bir mesele olarak bakabilirlerdi. Ama onlar birbirlerini hiç unutmadılar. Bunun tek bir açıklaması var: Sevginin gücü. Sevginin dili,ırkı,rengi olmuyor. Sevgi sınır tanımıyor. Bir insanın hayatını kurtarmak ve sonra da o insanın hayatına dokunmak ne kadar yüce bir davranış örneği! Dünya böyle insanların hatırına dönüyor. O kadar acı bir dünyada yaşıyoruz ki insanların kirli kalpleri,emelleri, hırsları yüzünden yaşanan savaşlar milyonlarca çocuğu yetim bırakıyor. Malesef herkes bir Süleyman Amca değil. Ama bu olay gösteriyor ki her zaman bir umut vardır. 

  Not: Alttaki videoyu 5 dk bakayım diye açıp 40 dk izlerken buldum kendimi. Bence çok güzel bir sohbet ortamı oluşmuş ve benim bu yazıda bahsedemediğim pek çok detayı da içinde barındırıyor. İzlemenizi tavsiye ederim.

                      


  Daha iyi,güvenli ve sevgi dolu bir dünya temennisiyle...
  Hoşçakalın.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder